Takıyye (şike) yapın, penaltıyı dışarı atın!” (2)

f*

ş PERŞEMBE, zoıçasım 1997 _

fTakıyye (şike) yapın,

penaltıyı dışarı atın!” (2)

(Bu Bir Futbol Yazısı Değildir)

‘ UKARlDAKl lâfı An
talyaspor soyunma
v odasında kim söyledi,
bilmiyorum… Ya vali,

ya yardımcısı… Ama, iki kelimeyle, “dehşet verici…”

Devletin ve hükümetin il düzeyindeki tek temsilcisi (veya
onun yardımcısı), ya abanın altından sopa gösteriyor, ya “tribünler önünde” devletin resmi kolluk kuwetlerinin aczini itiraf
ediyor.

“Tribünler sahaya inerse,
devlet bir lıalt edemez!”

*i*

“Tribün” dediniz de, aklıma,
Muzaffer Şerif’ten esinlenen bir
“küçük grup sosyolojisi” deneyi
geldi aklıma…

“Tribün”, insanların sığıştıklan,
tıkış tıkış oldukları, dar ve genişlemesi mümkün olmayan bir fiziksel

mekândır.

*i*

Tek bir kobay almışlar… Suyu,
yemeği bol, boyutlan ferah bir odacığa koymuşlar… Oohh! Gel keyfim
gel…

Bir süre sonra, yanına tek_ bir
“misalir” vermişler… lkrama ortak
olduğu için, misafir misafiri sevmez… Pis pis balışmış iki kobay…

Derken, odacıktald kobaylann sayısı dörde çıkarılmış… O kadarı da
fazla artık… Diş göstermeye, hırlamaya başlamışlar birbirlerine…

Az sonra sekiz olmuş kobaylann
sayısı… Tek kobay yedi düşmanla
baş edemez… Dörderlik dayanışma
grupları hâlinde toplanıp saldırmışlar
birbirlerine… Ortalık kan gölüne
dönmüş, ölen ölmüş, kalan kalmış…

Şimdi sıkı durun… “Kobaylann
sayısı on altıya çıkarıldığında,
garip bir durulrrıa çöktü ortaya…” diye bitiyor araştırma, “Herkes halvetti, iş üstündeydi, cinsel davranış bozuklukları başlamıştı…”

saldırganlık, cinsel sapma… Yani, davranış bozuklukları…

Hiç şüpheniz olmasın, en aklı başında, en halim-selim, en sessiz-sakin insanları, “tribün” denilen dar
mekâna, kıpırdanamayacaklan şekilde, “balık istifi” doluşturursanız,
olacagi budur.

f**

Küçük grup sosyolojisini azımsamayın, futbolu da küçümsemeyin…

Kitlesel isteriye, fanatizme, vur-kıra e__n yatkın spor dalıdır.

Oyledir, çünkü, spor dallarının en
yenilerinden biridir.

Tekelci sermayenin yavru

sudur. . ‘l.O. 3000 civarında, “köleci”
toplumda doğdu spor… *

***k

llk sporlar, insanın insanla ve yabani hayvanlarla giriştiği ölüın-kalım
kavgasının banşçı benzetirrıiydi. Boğuşmaya (modern güreş), yumruklaşmaya (modern boks), tekmeleşmeye (modern karate), s0palaşmaya (modern eskrim) dayanıyordu. .

“Savunma-saldırı kökenli”
bu sporlann ardından “nakliye kökenli” sporlar geldi. Bir yerden ötekine araçlı-araçsız gitmenin benzetimiydi bunlar… Koşma, zıplama,
yüzme, kürek, kızak, kayak, binicilik
vesaire…

Bu ilk sporlan, “spor yapacak”
boş zamanları olan seçkinler, köle
sahipleri, feodal beyler ve onların
imtiyazlı yanaşmalan yaptılar.

**i

On dokuzuncu yüzyılın son yarısı-`
. na kadar devam etti bu durum… Ya
ni, kapitalizmin tekelci şekilde örgütlenmeye başladığı günlere kadar… ‘ .
` Vaktiyle yazdığım “Spor Yönetimi” kitabının ilgili bölümüne bakalım… r

“İnsanların spor yapabilmeleri için, öncelikle boş zamanlannın ohnası, hiç çalışmadan artı değerden pay almalarına
imkân verecek imtiyazlı bir konurrılannm olması gerekir. Köleci ve feodal toplumlarda, artı
değerden bu şekilde ‘beleş’ pay
alanların sayısı avuçviçi kadardı. Takım sporlarının gelişebîlmesi için, çok sayıda insanın
tribüne çıkması, az sayıda insanın sahada kalıp spor yapması
gerekiyordu. O dönemlerde
spora kitlesel ilgi yoktu, dolayısıyla takım sporları da yoktu…”
Sonra ne oldu? Sermaye tekelci
şekilde örgütlendi, “takım spörları” (ve futbol) doğdu. Doğurttunıldu.
l Kitleler önce tribüne çıktı,
sonra sahaya indi.
Pazar muhabbetine kaldık, kusura
bakmayın…

l