Reichstag’dan Solingen’e, Mölln’e…

KILI.I Alman yangın çıkarrnaz…
Çıkartacak bir kuklayı, bir piyonu, bir zihinsel özürlüyü bulur,
ona yaptırır.
27 Şubat 1933’de Marinus van der
Lubbe’yi bulmuşlardı.
Altmış yıl sonra Christian R. diye
birini buldular.

27 Şubat 1933’te içişleri bakanı

Goering haykırıyordu: “Komünistler
çıkardı yangını… Nerede bulursanız,
asın, kesin, linç edin…”

Altmış yıl sonra federal başsavcı
Alexander von Stahl açıklıyor: “On
altı yaşındaki bu gencin Türk’|ere
ait evi tek başına kundakladığı kesinleşti…” ‘

28 Şubat 1933’te, yani Reichstag’ın yakılmasından bir gün sonra,
bunama yolundaki cumhurbaşkanı
Hindenburg’a, “Alman Halkının, Irkının ve Devletinin Korunması Kararnamesi”ni imzalattı Hitler…

Almanya’nın Nazrleşmesinin ilk
ve en önemli adımıydı bu…

Altmış yıl sonra Alman’lar ne yapar, bilmiyorum, ama, orada ne zaman yangın çıksa, dünyayı alevler
sarar. ~

*i*

Arkadaşları 16 yaşındaki Christian’ı anlatıyor: “Aptal, iki kelimeyi bir
araya getiremeyen, cahil, ne yaptığını
bilmeyen, kolay doldumşa gelen, he
Kurlhcın FISEK

rlieichstagtlan Solingewe, MüIIn’e._..

defsiz biriydi…”

Marinus van der Lubbe için de
altmış yıl önce benzeri şeyler söylenmişti.

Kısa süre çıktığı kız arkadaşı Christian’ı anlatıyor: “Dört gün dayanabildim kendisine… Doğru-dürüst bir işi
yoktu, ama, herkese bira, kola, sosis
ısmarlıyordu. Paranın nereden geldiğini sordum, söylemedi. Hiç gönnediği, tanımadığı babasını da anlatıp dururdu. Daha o doğmadan gitmişti
adanı… Belki de piçti Christian… Dört
gün tahammül edebildim, onu bıraktim…”

Marinus van der Lubbe hakkında
anlatılanların “tıpkısının aynısı”…

***k

Akıllı Alman bir yeri yakacaksa,
yangını çıkartacak birini mutlaka bulur.

Nazi yönetimini darağacına götüren Nüremberg duruşmalarında, Alman Genelkurmay Başkanı Franz
HaIder’in dediklerini aktarayım… Siz
nasıl olsa ne dediğimi anlarsınız…

“Hitler’in doğumgünü yemeğindeydik. Goering içkiliydi, böbürleniyordu. ‘Reichstagü ben yaktım. Bin
yıllık Reich’ımızın yolunu aydınlatacak meşaleyi ilk ben tutuşturdum. Heil Hitler!’ daha önce konuşmadığım
için pişmanım…”

Almanya’da bir şeyler oluyor.

çızısıaı

ı( atası,…

sızbao arzına AIT , ”

oLMAsııuZ

tipli-Alman
!ıorusmelerinde
ihtiyac molası

ERClMEK’teki cenaze töre- M ninden önce, Taşova kayma
kamlık binasında “Türk-Alman Resnî görüşmeleri” vardı. Kapalı kapılar ardında yapıldı, gazeteciler içeri alınmadı.

Resm’ görüşmelerin “kapalı kapılar ardında” yapılacağı haberi duyulunca gazeteciler heyecanlandı, kapının önüne mevâlendi. Yarım saat
ya geçmişti, ya geçmemişti, “paa ”
diye kapı açıldı. Almanya’yı temsilen
Türkiye’de bulunan Kinkel dışarı fırladı. Hemen arkasından da bizim
ıýgvrupa İşleri genel müdürü Sencer

y…

Kinkel koşar adım gitti, Özsoy peşinden… Gazeteciler de ikilinin peşinden… Gazetecilerin yolunu korumalar kesti, kuş uçurtmadı.

Meğerse sıkışmış Kinkel… Telefo- i

na değil, def-i hğıcete gidermiş… Tuvaletin kapısını Ozsoy, peçete-kolonyayı kaymakamlık görevlileri tuttu.

Tuvaletten çıkışındaki yüz ifadesini bozmamak için soru sormadı gazeteciler… Şişkebabımızı, kadınlarımızı, misafirperverliğimizi beğendiğini söyledi Kinkel… Tuvaletlerimiz
hakkındaki görüşlerini almak için,
“tekrar bekleriz efendim”…

BABANIN ŞAPKASI

AMANLA belki sana da alışıZ rız, ama, doğruya doğru, eğri
ye eğri, görünüşünü yadırgadım… Isparta ağzıyla “fotör” olarak
bilirdik seni… Muhtelif ayların
12’sinde bir kaybolur, zamanı gelince bin dirilirdin… Rengin siyah, tepen bombeli, kafaya oturan tarafın
daireviydi. Bir sürü ikizin, üçüzün,
binizin vardı. Sempatiktin, hasbelkader demokrasi sembolüydün…

O ne hâl.?

Babanın öpülesi keline yakışmayan birine yerini bırakmışsın… Diyarbakır karpuzunun tepesine tünemiş yarım ceviz kabuğu gibi eğreti
duruyorsun… Ha düştü, ha düşecek!
“Yolculuk yok inşallah!” dedirten
bir konuşlanma…

Ön tarafın (vizör) gittikçe gidiyor, arkan yok…

Tescilli marka adının bile kerâmeti kendinden menkûl… “Nambır
Van”… Yani, “Bir Numara”… Baba
seni bırakmazsa, sen onu bırak, kaybol, git! Yakışmıyorsun…

Değişen modalar (ve yükselen değerler), adı üstünde, değişir. Klâsikler,
semboller sonsuza kadar yaşar.

Cesareti olan insan korkar…”
(Geronimo, 1898)