Mizahla hakaret ince uzun bir yoldayım! (2)

SALI, Temmuz 1998

Mizahla hakaret arasında
ince uzun bir yoldayım! (2)

AHKEMELERE intikal etmiş konularda yazı yazmak istemem,

ama, Şevki Yılmaz’ın l
beni mahkemeye verdiğini öğre- l ı
nince çok şaşırdım…

lki şey söylemişim kendileri l
hakkında…

1 “Ruhsal ve akli dengesinin yerinde olup olmadığım bilmediğim bir

Dururnu izah ettim. Tıp doktoru olmadığımı, psikiyatri dalında ihtisas
görmediğimi, dolayısıyla, bu konuda
bir hüküm yürütrneye etkirı ve yetkin
olmadığımı, şüphelerimi dile getirdiğimi anlattım.

2 Gaziantep belediye başkanı Celal

Doğan’ın açtığı dâvâ sonunda,
Şevki Yılmaz’ın bisürü para cezasına
çarptırıldığını, Doğan’m bütün paralan genelevlere bağışladığını, oradaki kadınlarınıızın o paralarla sokak köpeklerine kreş yaptırdığını, mama aldığını
okumuştum gazetelerde…

“Paralar yerini buldu, yuvaya
döndü!” dedim…

Şevki Yılmaz üstüne alınmış…
Kendisine “köpek” falan dediğimi
zannetmiş…

Zinhar! Kendi alınganlığıdır.

Mizah, eleştiri ve hakaret arasındaki
farkı

i**

Her insanın “ağzını bozma hak ve
hürriyeti vardır. _
Rahmetli Uğur Mumcu’nun 12
Eylül’den önceki TBMM küfürlerini
derlediği “Söz Meclisten İçeri”
(1981) kitabını karıştırmaya koyuldurn.

En çok söylenen ve işitilen laflar ilginçti.

Yuh, puşt, çüüşşş, hoşt. acıttı mı,
eşşoğlueşşek, köpoğluköpek, sahtekar,
teres, it, ananı avradmı sinkaf ederim,
hassittir o… çocuğu, haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz, ahtapot, ağzına ederim, bir çok yiyemezsin, sapık, pasif
homo, zırlama lan kabak…

12 Eylül sonrası meclislerinde tekmrlandı bunlar…

Tek yeni katkı oldu. “Dümbükl”

Bilrneyenler için tercüme edeyim.
“dümbük”, Tophane ağzında. “baş
i deyyus” demektir.

i

l.

i**

__ Emin Çölaşan aktarır, Turgut
Özal’ın lTU yıll ndaki lakabı Dübbü ber’di_._’Y
ı_ rkut Ozal’ınki de Düb-bü As

,”Büyük Aýı”‘…

gar, yani “Küçük Ayı”…`
Kimse alırımadı, yüksünmedi.
Hüsamettin Cindoruk, ANAP’lılara, “Hacı Hüsrevli” dediydi. ANAP’lılar buna çok bozuldular, Hacı Hüsrevli’ler “Aaaaam Bunlar da bizdenmiş…” diye ANAP’ı kendi bölgelerinde tulum çıkardılar.
Şunu demeye getiriyorum.
Küfretmenin de bir raconu vardır.
i’ i’ i’

Edebiyle nasıl edilir?

Kulakları küfür işitrneye en yatkın
ve yakın meslek grubu olan hakemlerimizden Talat Tokat’tan dinlemiştim
hikayeyi… Kırıkkale’de maç yönetirken
ters düdük çalmış, tribünlerden feryat
yükselmiş& .

“Çölde ağzına edeyim…”

Gerisini Tokat’tan dinledim: “12
Eylül’ün en kızışık günleriydi.
Ben de astsubayım ya, hemen
durdurdum maçı, jandarrnalara
seyirciyi getirttim. ‘Her şeyi anladım da niye çölde?’ diye sordum.
‘Ağzını yıkayacak su bulamayasırı diye!’ cevabını verince affettîm, yerine yolladım. Esprisi vardı…”

Erman Toroğlu da bir anısını aktardı.

Bağırmışlar bir maçta… “Anam
Boğaz Köprüsü’nün i ortasında
Abdülhamit’in saz heyeti şaaapsm!”

Erman maçı durdurmuş, bağıranlan getirtrrıiş…

“Abdülhamit’in saz heyeti niye?,î
“En kalabalığı o. 36 kişi de ondan…” -ı

“Peki, niye Boğaz Köprüsü’nün ortasında…”

“Iki yakadan aynı anda şehvet feryat-figam duyulsun diye…”

*k i’ ‘k

Nereye getirdiğimi anladınız değil mi?
‘ .Hakaret etmenin de bir adabı
vardır. ,. .