Kurthan Fişek
Faruk Bildirici / Hürriyet
“Telekulak” kavramını birlikte bulduk
Ankara’nın o donduran kış günlerinde bile sonuna kadar açık pencerenin önünde otururur, elinden sigarasını ve kadehini eksik etmezdi.
Her koşulda kendisi gibi kalabilmeyi başaran farklı, özgün bir kişilik. Dilinden düşürmediği küfürleriyle bile gülümsetir, sinirlense de kıramazdı. Gösterişsiz, mütevazı, protokolleri, kuralları iplemeyen, bir yanı hep çocuk kalmış bir adamdı.
“Kalemi güçlüydü” derler yazarlar için. Evet, güçlüydü onun kalemi. Gücünü de analitik zekasından, ansiklopedik bilgi birikiminden, daha önemlisi yaratıcılığından alıyordu.
Ardından kayda geçirmekte yarar var. Bugün artık cümle alemin diline pelesenk olmuş, “Telekulak” kavramının doğuşunda Kurthan Hocanın katkısı büyüktür. 1997’de Hürriyet’te telefon dinlemelerle ilgili yazı dizisini hazırlarken birlikte bulmuştuk “Telekulak”ı. O “tele”, ben “kulak” derken ikisini birleştirip “telekulak” yapmıştık. Aynı anda ayağa fırlayıp, bulduğumuz kavramdan mutlu olmuştuk. Buzdolabına dönmüş o oda bile sımsıcak olmuştu. Sonra da “Telekulak” kavramını her işittiğinde birlikteysek mutlaka bana göz kırpar, muzır bir gülümseme yayılırdı yüzüne.
Biliyorum o bir profesördü, Mülkiye onun için salt kariyerinin bir basamağı değil kimliğinin silinmez bir parçasıydı. Ama bence akademik ünvanların kapsadığından daha fazlasıydı. O bir bilgeydi.
Kabesi her zaman insan olan gösterişsiz bir insandı.
Kurthan Fişek kimdir?
Kovulduğu kapılara geri dönebilmek, her döndüğünde de yeniden kabullenilmek öyle her insanın başarabileceği bir iş değildir. Ya geri dönecek yüzü bulamazsın ya da döndüğünde açık kapıyı.
Kurthan Fişek’in ise üniversiteden uzaklaştırıldığında gazeteciliğe, oradan kovulduğunda ise akademisyenliğe dönecek yüzü de vardı, gücü ve birikimi de. Kapılar da ona hep açıktı, dost dağarcığı da zengindi zira.
Kimliğinin akademisyen yanında silinmez bir damga vardı; Mülkiyelilik! Her ne kadar ilk ve orta öğrenimini Boston Martin Milmore, Ankara Mimar Kemal ve Ankara Maarif Koleji’nde tamamlamış, sonra ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ni bitirmişse de okuduğu hiçbir okul, kimliği ve kişiliğiyle Siyasal Bilgiler Fakültesi kadar bütünleşemedi.
Asistan olarak girdiği Mülkiye, onun sıra dışı özelliklerini zenginleştirmesine zemin hazırladı. Kamu yönetimi kürsüsünün genç asistanının iki ilgi alanı vardı; siyaset ve spor.
1965’te TBMM’ye 15 milletvekili sokan Türkiye İşçi Partisi’nin aktif üyelerindendi. TİP Bilim Kurulu üyesiydi. Günümüz Türkiye’sindeki neredeyse bütün sol çizgilerin doğum yeri olan TİP’teki ayrışmalarda Fişek, M.Ali Aybar çizgisine karşı, Sadun Aren-Behice Boran çizgisinde saf tuttu. “100 soruda Sosyalist Devlet” kitabı da bu çizginin yaklaşımını yansıtıyordu.
Doktora tezi de hem dönemin siyasi atmosferine hem de Fişek’in siyasi anlayışına denk düşüyordu; “Devlete karşı grevlerin kritik tahlili” . Yıl 1969’du, öğrenci ve işçi eylemlerinin yükseldiği, grevlerin bayraklaştığı günlerdi.
Giderek siyaset dışındaki alanlara kaydı.“Yönetime Katılma” çalışmasıyla doçent, 1980 yılında Spor Yönetimi kitabıyla da profesör oldu. Spor Yönetimi, akademisyen Fişek’in başyapıtıydı. Hala spor alanının sağlam bir başvuru kaynağı olarak işlevini sürdürüyor bu kitap.
Gençlik yıllarına spor da yapan, yüksek atlamada milli takıma giren Fişek, spor yönetiminin salt teorisini yapmakla kalmadı; 1978-1979 döneminde, Ankara Spor Akademisi ve Atletizm Federasyonu Başkanlıklarını da yürüttü.
Mülkiye’de, öğrencileri arasında Mehmet Ağar’dan, Mesut Yılmaz’a kadar birçok ünlü isim vardı . Ondan not alabilmek zor değildi ama tek bir öğrencisine sıfır verdiği için adı,”Sıfırcı Hoca”ya çıkmıştı. O da Abdullah Öcalan’dı.
SBF’de yöneticilik de yaptı. Üç yıl kadar süren dekan yardımcılığı, Askeri darbe koşullarında işkence tezgahından geçtiği yargılama ve ardından 983’te Sıkıyönetim Yasası ile üniversiteden uzaklaştırılmasıyla son buldu.
Yılmadı, hukuk mücadelesine girişti. Kazandı da. Ama yedi yıl sonra. Çok uzun kalmadı üniversitede. 12 Eylül 1990’da istifa ederek gazeteciliğe, ikinci mesleğine geri döndü. Ta ki, 1999’da gazetecilik serüvenini noktalayana kadar da uzak durdu Mülkiye’den.
Akademisyenliğinin 99’da başlayıp günümüze kadar süren ikinci döneminde önce SBF Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürüttü. Lisans düzeyinde “Personel Yönetimi” ve “Yönetim Bilimi” dersleri, yüksek lisans düzeyinde de “Devlet-Medya İlişkisi” dersleri verdi. Üç yıl önce emekli olduktan sonra da sürdürdü yüksek lisans derslerini.
Liderlere notlar
Kurthan Fişek, gazeteciliğe üniversite öğrenciliği yıllarında başlamıştı. Gazeteciliğe başlamasını sağlayan isim Hıncal Uluç’tu. Atletizm ile ilgili bir yazısıyla dikkatini çekmişti Uluç’un.
Onun teşvikiyle başladı gazeteciliğe. 1966’ya kadar da Yeni Gün ve Öncü gazetelerinde muhabirlik, Turkish Daily News gazetesinin de Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı. Akademisyenliği sırasında ara verdiği gazeteciliğe 1983’te üniversiteden uzaklaştırılınca geri döndü.
Erkekçe, Nokta, Tempo, Aktüel, Ekonomist dergilerinde Yayın-Yönetim Danışmanlığı yaptı. Erkekçe dergisinin 150 bin satmasında baş rolü oynayan gazeteciydi, imzasız yazıları yeniden kaleme alır, yabancı gazete ve dergilerden yazılar çevirirdi. İngilizcenin yanı sıra Almanca ve Fransızca da biliyordu.
Dergilerden sonra gazetelerde devam etti gazeteciliğe. Önce Sabah’ta, sonra da Hürriyet’te yazdı. “Haftalık Anagram Analiziniz” ve haftanın siyasi liderlerini notladığı “Sıfırcı Hoca” köşeleriyle geçti basın tarihine.
Her ne kadar yaz aylarını İstanbul’da geçirse de bir Ankara aşığıydı Fişek. Son olarak Hürriyet’in Ankara Ekinde yayınlanan yazılarını “Burası Ankara” adlı kitabında toplamıştı. 70 yaşındayken veda etti bizlere ve de hayata.
Koruyucu hekimliğin öncü ismi ve Türk Tabipler Birliği’nin efsanevi başkanı olan babası Prof.Dr.Nusret Fişek nasıl Türkiye hekimlik tarihinde unutulmaz bir yere sahipse oğlu Prof.Dr.Kurthan Fişek de üniversite ve medya tarihinde özel bir yer edindi kendine.