Kadayıfın altı künefenin üstü

î î îê *ji f& l

Kadayıfın altı
künefenin üstü

ER şarkı arasında kostüm değiştiren assolistlere benzettigim Tan
su Çiller ne zaman
nutuk atsa, aklıma, Aziz Nesin’in “Garba Açılan Pencere”si gelir.
-ıı t t

Beldeye ilk defa tren gelecektir. Köyün okuma-yazma bilen tek kişisinden güzel bir nutuk yazmasını ister muhtar…
Toplanan kalabalıga konuşur.

“Tren garba açılan bir penceredir. Bu pencereden ziya girecek,
yalnız ziya değil başka şeyler de
girecek… Medeniyet, tekerleklerin
üstüne binerek bize kadar geldi.
Tekerlek ne demektir? Tekerlek
medeniyetin ayağıdır. Tekerlek olmasaydı, dünyada hiç birimiz olamazdık. Biz bugün tekerlekler sayesinde ilerliyoruz. Bu tünele, şu
dağların içine açılmış deliklere bakınız. Şu gördüğünüz delikten neler doğacak neler! Nuriu istikbal
bizimdir…”

Alkış kıyamet… Muhtar coştukça coşar.
“Bu bir hazinedir. Eline geçirdiğin bu hazineyi iyi kullan hemşehril lyi kullamrsan çok para kazanırsın, zengin olursun, itibann artar.
Tekerlekler raylar üzerinde kayacak. Her seferi seni zengin edecek
hemşehrll Kaç sefer olursa o kadar
kârlısm. lş yol açılıncaya kadardı.
Bir kere yol açıldı ya, artık bütün
hemşehrilerimiz bu yolun üstünden
kolaylıkla gidip gelecek…”

Muhtann sesiyle kalabalığın heyecanı
beraber tınnanır.

“Cumhuriyet sâyesinde önümüze gelen bu malın kıymetini bilelim… Binerken, üstüne basarken,
içine girerken titremeliyiz. Dikkatli
binmezsek bozulur, sonra bizden
başkalan kullanamaz. Elin, yabancının malı değil ki, hor kullanalım.
Kendi malımız, bütün hemşehrilerimizin malı. Hepimizin, ortak malırnız…”

i’ ‘A’ ‘k
Nutuk çok tuttu ya, ne zaman tören
olsa, aynı nutku, ceviz kadar aklınca ba
zı rötuşlar yaparak tekrarlar bizim muhtar… Derken, köye istanbuldan gelin

gelir. Bizimkisi nutkunu patlatır.

“Muhterem hemşehrilerimi Yeni kurulan bu yuva, garba açılan
bir penceredir. Bu pencereden ziya girecek, yalnızca ziya değil,
başka şeyler de girecek… İşte,
karşınızda bir tekerlek! Tekerlek
ne demektir? Tekerlek olmasaydı,
dünyada hiç birimiz olmazdık. Tekerlek medeniyettir. Biz bugün tekerleğe, medeniyetin tekerleğine
kavuştuk…”

İstanbullu gelinden zâten tedirgin
olan köy halkının artan homurtularını
duymaz muhtar… Damadın gözünün
içine bakarak devam eder.

“Eline geçirdiğin bu hazinenin
kıymetini iyi bil hemşehri! İyi kullanırsan çok para kazanırsın, zengin olursun, memlekette itibarın
artar. Her seferi seni zengin edecek. Kaç sefer olursa o kadar
kârlısın genç hemşehril..

Damadın gözünü kan bürümüştür.
Ama muhtan susturmak ne mümkün?

” ş bir kere yol açılıncaya kadardır. Yol açıldı ya, herkes rahat
rahat gidip gelecek. Arkadaş,
Cumhuriyetimiz sayesinde sahip
olduğumuz bu kıymetli malın değerini bilelim… Binerken, içine girerken titremeliyiz. Dikkatli binmezsek çabucak bozulur, başkaları istifade edemez… El ınalı, yabancı malı değil ki, hor kullanalım.
Kendi malımız…”

Sonunda, derdest edilir, sopayı yer,
oturur muhtar…

t**

Bana kızrnayın… Bunca önemli olayın cereyan ettigi bir memlekette, “öyle bir yazı” yazdım işte… Şimdi mutfaga gidiyorum.

Kadayıfın altı, künefenin kızarmaya başladı.

e. .l ::NA-tı

-ıtııtr

.,.