H&H Röportajı
Kurthan Hoca’yı uzun yıllardır tanırım. Hürriyet gazetesinin pazar ekinde yazdığı yazıları daha önce ATO toparlamış ve yayınlamıştı. Ankara isimli kitabının yeni baskısı geçtiğimiz günlerde Phoneix yayınlarından çıktı. Herkesin okumasını tavsiye ederim Kurthan Hoca’nın Ankara’sını. Kitabın sunuşunu yapan eski öğrencisi Can Dündar’ın da yazdığı gibi Yahya Kemal’in aksine ‘Ankara’nın en iyi tarafı, İstanbul’dan dönmesidir’ diyor Kurthan Hoca…
Fırsat bu fırsat deyip, kitabın yeniden yayınlanmasını bahane ederek ‘Hocam sizi misafir edelim’ diye yapıştım yakasına Kurthan Hoca’nın. Sağolsun, kırmadı eşi Neyran Fişekle birlikte konuğum oldu. Gelirken de imzaladığı kitabını getirmeyi unutmamış…
Kurthan Fişek’e Sıfırcı Hoca denilmesinin nedeni oldukça ilginç; Her ne kadar hayatı boyunca tek bir öğrencisine sınavdan sıfır vermiş olsa da, sıfır alan öğrencinin kimliği nedeniyle lakabı ‘Sıfırcı’ kalmış…
Mesut Yılmaz’dan, Abdüllatif Şener’e kadar Türk siyasi hayatında aktif rol oynamış bir çok ismin hocası. Sıfır verdiği öğrencisi ise hepimizin bildiği bir isim; Abdullah Öcalan…. Öğrencileri gibi öğretmenleri de ilginç isimler; Necmettin Erbakan, Erdal İnönü, Turgut Özal, Süleyman Demirel…
27 Mayıs’tan, 12 Eylül’e kadar yakın siyasi tarihin tüm olaylarına tanıklık yapmış Kurthan Fişek. Yargılanmış, işkence görmüş…
Sporcu, gazeteci, hoca… Bir de siyasi geçmişi var. Türkiye İşçi Partisi’nin 15 milletvekiliyle Parlamentoya girdiği dönemde partinin üyesi. Kendi deyimiyle militan….
Türkiye’nin en iyi balerinalarından Neyran Fişek’le 42 yıldır evli….
Yani Kurthan Hoca’yla konuşmak, bir deryaya dalmak gibi.
Ancak ufak bir sorunumuz var, o da benim heyecanım…
Bir yabancıyla röportaj yapmak, yıllardır tanıyıp sevdiğiniz bir isimle röportaj yapmaktan çok daha kolay.
Söyleşiye başlarken avuçlarımın içini terleten heyecan ilk dakikadan itibaren yerini kahkahalara bıraktı.
Kurthan Hoca’yı tanıyan zaten okurken keyif alacaktır, tanımayanların da çok seveceğine eminim…
İşte Kurthan Fişekle röportajımız;
BENİ MENÜSKÜS GAZETECİ YAPTI
-Kurthan hocam, malum ikimizin ortak yönü, tanışma vesilemiz gazetecilik. Siz Türk basın hayatının önemli karakterlerindensiniz. Biraz anlatır mısınız nasıl başladınız gazeteciliğe?
Beni menüsküs gazeteci yaptı….
-Nasıl yani?
Gençken yüksek atlamada genç milliydim. Masa tenisinde Ankara ikincisi, yüz metre kelebekte Ankara ikincisiydim. 1959′da menisküs oldum. Şimdiki gibi tedavi gören bir hastalık değildi. Altı ay alçıda yattım ve gazeteciliğe başladım.
-İlk kimlerle çalıştınız…
Hıncal Uluç, Öcal Uluç, Oktay Kurtböke, Yaşar Güngör grubu… Ankara gazetecileri yani.
1963 Yılında Daily News gazetesinin yazı işleri müdürü oldum. Pro-Amerikan bir gazete, anti-Amerikan bir yazı işleri müdürü…
ODTÜ’de öğrencilikte Dean Rusk’a taş atmıştık.(Dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı) İstifa etmiştim. İstifam kabul edilmedi. İlhan Çevik abim devam et dedi, ettim.
Üç sene yazı işleri müdürü olarak çalıştım. 1966′dan sonra bitti gazetecilik.
HİÇ OLMAZSA GİDECEK YERİM VAR
-Ama sonra devam ettiniz gazeteciliğe…
Yazılar oluyordu tabi tek tük. 1983′de üniversiteden kovulunca gazeteye döndüm tekrar. Gelişim yayınlarında başladım Ercan Arıklı’yla… Erkekce dergisi falan… Sonra Hürriyet’e geçtim. Kısa süre Sabah gazetesi, tekrar Hürriyet. 2001 yılında da Hürriyet’teki işe son verildi.
-Okul ve gazete arasında geçirmişsiniz yıllarınızı…
Evet öyle oldu. Meslek hayatımla ilgili şunu söyleyebilirim zaten; üniversiteden kovuluyorum gazeteye, gazeteden kovuluyorum üniversiteye. Hiç olmazsa gidecek yerim var.
-Sizin bir de siyasi geçmişiniz var. TİP üyesiydiniz…
1965 yılında üye oldum TİP’e. Biz tabi o zaman genç kuşağız…. Militanız… O sene de 15 milletvekiliyle Meclis’e girdi TİP. Sonradan da zaten sosyalist bir parti bunu yapamadı. Seçim barajı diye bir şey icat edildi.
YAŞAR KEMAL DAYAK YEDİ
-O günlere dair insanlarda büyük bir merak var. Özellikle yeni nesilde. TİP’le ilgili ilginç anılarınız vardır mutlaka. Paylaşsanız biraz…
Var tabi, anlatayım….
Aybar’ı devirme çabaları içindeydik mesela bir dönem. Selim Sırrı Tarcan salonunda kurultay yapılıyor. Yaşar Kemal var, Aybarcı… ‘Sadun’un(Aren) piçleri’ demiş bizim için. Duydum, koşarak aşağıya iniyorum dövmek için. Bir baktım diğer taraftan Sadık Atko, Behice hanımın kocası… Fırladı merdivenlerden aşağı uçarak geliyor. Behice hanıma da hakaret etmiş. Yaşar Kemal’e bir kafa attı. Yaşar Kemal o koca gövdesiyle yerden yarım metre yükseldi, duvara çarptı yığıldı yere.
-Sonradan bir iletişiminiz oldu mu Yaşar Kemal’le?
Yok. Yaşça çok fark vardı zaten aramızda. Siyaseten de farklıydı. Görüşmedik hiç.
-Ben TİP günlerinizden ayrıca bahsetmenizi istiyorum ama bir de okula dönüşünüz var…
1966′ya kadar ODTÜ talebeliğim devam etti zaten. Gazetecilikle eş zamanlı. Önce babamın zoruyla kimya mühendisliğine girmiştim. Anladığımdan değil…. O sırada yedek subay öğretmenlik diye bir kurum vardı. Hocalarım; Necmettin Erbakan-mekanik, Süleyman Demirel-hidrolik, Erdal İnönü-fizik, Turgut Özal-matematik. Özal’ın dersi hariç hepsinden kaldım, atıldım. Atılınca İdari İlimler’e girdim. 1966′da bitirdim, Siyasal’a asistan oldum.
-Öğrenciliğiniz çok hareketli günlere denk geliyor. 27 Mayıs ihtilali var mesela o dönem… O günleri biraz anlatır mısınız bir öğrencinin gözünden…
Evet… 27 Mayıs ihtilalinden sonra mezun oldum zaten.
27 Mayıs’ta, Menderes hükümetine karşı idik. Kızılay’da bağırıp çağırırdık.
Olur mu böyle olur mu?
Kardeş kardeşi vurur mu?
Kahrolası diktatörler
Bu dünya siz kalır mı? diye…
Bittiğinde “Oh iyi yaptı askerler” dedik. Ama benim bu konuda benim bazı tereddütlerim oluştu daha sonra.
-Ne gibi tereddütler?
Menderes’in idamı mesela. Ben idama karşı olduğum için çok etkilendim.
BABAMI İTE KAKA GÖTÜRDÜLER, MÜSTEŞAR OLARAK DÖNDÜ
-27 Mayıs’la ilgili anılarınız da var sizin…
Var tabi olmaz mı… 29 Mayıs günü mesela. Selanik caddesndeki evimizin kapısı tekmelendi. Açtım kapıyı bir tane başçavuş, arkasında dört asker.
‘Nusret burada mı’ diye sordular. Babam kalktı, ‘Buradayım’ dedi. Yürü lan deyip ite kaka dışarı çıkardılar. Kardeşim daha çocuk o zaman ağlıyor… Annem ağlıyor. Ben bir yanlışlık olmalı diyorum çünkü dedem, Atatürk ve İnönü’nün Selanik Askeri İdadisi’nden sınıf arkadaşı. Kurtuluş savaşı paşası… Neyse aradan saatler geçti bizim peder döndü. Ne olduğunu da öğrendik.
Milli Birlik Komitesi’nin Meclis binasındaki odalarından birinde, Alparslan Türkeş, Sami Küçük, Suphi Karaman oturuyorlar. Başçavuş babamı iterek ‘gir ulan içeri’ diyor. Türkeş kaldırıyor başını, ‘Ne yapıyorsun sen!’ diye soruyor. Başçavuş, ‘Emrettiniz komutanım getirdik’ deyince paaat bir tokat…
Bizim Peder Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olarak döndü. Bunu söyleyişim sebebi emir komuta zincirinde böyle tehlikeler olabiliyor.
-27 Mayıs’tan açıldı madem konu, siz bir siyaset bilimcisiniz… Nasıl değerlendiriyorsunuz o dönemi ve 1960 Anayasasını?
Valla 60 Anayasası en düzgün, en demokrat Anayasaydı. Sonradan bir daha gelmedi öyle bir Anayasa…
DENİZLERİ ASAN HEYET BİZİ BERAAT ETTİRDİ
-Siz 12 Mart’a da tanıklık ettiniz….Hatta tutuklandınız…
Evet… Siyasal Bilgilerden benimle arkadaş olmak dışında siyasetle hiçbir ilgisi olmayan isimler de tutuklandı.
-Suçlama neydi?
Mahir Çayanları destekliyormuşuz. Aldılar, Mamak Muhabere Okulu’nun içindeki Keçikıran Tepesine götürdüler. İşkence yaparken soruyorlar Mahir Çayan’ı… ‘Hayır ilgim yok. Ben TİP Bilim Kurulu üyesiyim. TİP ile ilgili bir şey soracaksanız sorun. Ama bununla ilgim yok diyorum.
Ama manyetolu telefonla elektriği verince kabul ettim herşeyi.
-Mahkemede beraat ettiniz ama…
O sırada seçim oldu, dengeler değişti. Çıktığımız heyet Ali Elverdi, Siret Kurtcebe, Sadettin Üçüncüoğlu ve Abdülbaki Tuğ… Deniz Gezmiş’i asan heyet. Bizi ilk celsede beraat ettirdiler ama siyasi denge değişmişti.
NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ?
-27 Mayıs ihtilalini gördünüz, 12 Mart’ı yaşadınız. Birazdan konu 12 Eylül’e de gelecek ama biraz günümüze dönelim, Silivri’deki mahkemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Silivri mahkemesini takip etmiyorum. Saçma geliyor. Doğru olanı da vardır, olmayanı da… Gazeteci arkadaşları düşünüyorum ben mesela. Birisiyle oturduğun zaman, ‘yahu ne olacak bu memleketin hali’ sorusu, çok rahat sorulan bir soruydu. Çözüm alternatifleri üretilebiliyor, getirilebiliyordu. Bunların çoğu sohbet.
-Bir de güncel olan 12 Eylül davası var şimdi. Yargılamalar başladı. Siz aynı zamanda 12 Eylül mağdurlarındansınız. Az önce de bahsettiniz, okuldan atıldınız 12 Eylülde. Bu davayı nasıl yorumluyorsunuz?
Ben bunu askeri tamamen siyasetten soyutlama operasyonu olarak görüyorum. Meclis de davada birleşti. Tüm siyasi partiler müdahil. Ancak çok ilginç şeyler oluyor. Çok dikkatten kaçan birşey var mesela, jandarma da polise bağlandı. Bu kırsal kesimde asayişin polis tarafından sağlanması anlamına geliyor ki, seçim sandıklarının denetlenmesi bakımından önemli bir olay.
Ama yani 32 sene önceki bir olayı yargılamak komik… Bizde zaman aşımı moda halbuki. Şimdiye kadar akılları neredeydi diye sormak lazım…
SİYASETE VE BASINA KIRGINIM
-TİP kapatıldıktan sonra siyaset yapmayı hiç düşünmediniz mi?
Hayır, kendimi tamamen çektim. Sadece sandık başına giden vatadaşım. Kırgınım. Gazetecilikte de aynısı oldu. 2001 yılında Hürriyet’ten kovulduktan sonra 11 sene geçti, yazı yazmadım. Ki ben 15 kitap, üç bin, beş bin İngilizce, Almanca makale yazan bir insanım. Yazı yazmaktan nefret ettim. TİP’in kapanması da beni siyasetten soğuttu.
BURADA SİYASETİ BEN YAPARIM…
-Sohbetin başında bahsetmiştik, sizin bir de spor geçmişiniz var… Sporcu olmanın dışında bir de Federasyon yöneticiliğiniz var. O süreç nasıl?
Evet Atletizm Federasyonu Başkanlığı yaptım. Tayin oldum, Spor Akademisi Başkanlığı da yaptım. O sırada üniversite düzeyindeydi akademi.
-Zor bir döneme denk gelmiş yine bu görevleriniz de…
Olmaz mı…
Boks Milli Takımı Dev-Genç’li, Güreş Milli Takımının bir ellerinde seccade diğerinde malzeme çantası, Basketbol Milli Takımı liboş, Atletizm Milli Takımı TİP’li… Korkuyorum bunların kavga etmesinden.
Yıl 78-79…
Olaylar tırmanıyor.
Biri diğerine vursa rezil oluruz.
Ben topladım sporcuları ‘Burada siyaseti ben yaparım. Eğer herhangi birinizi Siyasal Bilimler’de veya Dil Tarih Coğrafya’da görürsem veya duyarsam sporculuğunuz da biter, kendiniz de’ dedim. Bu şekilde Spor Akademiside öğrenci olaylarını engelledim.
-Federasyon başkanlığından istifa ettiniz sonra….
Evet ama önce atıldım… Bakanla takışmıştık… Moskova seyahati sırasında atışmalar oldu. Bakan Yüksel Çakmur beni görevden aldı. Bülent bey (Ecevit) ‘ne yapıyorsunuz’ diye bakana terslik yaptı. Göreve iade edildim ama istifa ettim. Altı yedi federasyon başkanı da benimle istifa etti.
-Anıları dinlemek çok hoş ama okuma şansımız olmayacak mı bunları. Yazıya kırgınım dediniz. Yeni kitap çıkarmayacak mısınız artık?
Yapılacak, yazılacak bir şey yok ki. Hatıra yazılmasına karşıyım zaten. Aktif gazetecilik hayatımda bildiğim, duyduğum, gördüğüm herşeyi yazdım. Bir de yazılmaması gereken şeyler vardı. Onlar da birebir ilişkiler içinde bilinen mahrem şeyler. Onları da yazmanın anlamı yok.
Bir de unuttum herşeyi. Bir eksiğim var, ben hiç not tutmadım. Arşiv yok.
-Yazmaya kırgınsınız, siyasete kırgınsınız… Okul devam ediyor ama… Nasıl geçiyor okulda günler?
Evet doktora derslerine devam ediyorum ama zor geçiyor. Kimseyi tanımıyorum mesela. Asistanların çoğunu tanımıyorum. Benim talebem bile olmamışlar. Yaşıtlarım, arkadaşlarım üniversite hocalarının maaşları düşük diye özel üniversitelere gittiler. Ders-ev arasında gidip geliyorum.
ABDULLAH ÖCALAN İMTİHANA GİRMEDİ, DAĞA ÇIKTI
-Okuldan bahsetmişken öğrencilerinizden bahsetmemek olmaz. Siz bir dönem siyasetine damgasını vuran kişilerin hocasısınız.
Yani… Mehmet Ağar, Mesut Yılmaz, Abdüllatif Şener öğrencilerimdi.
-Görüşüyor musunuz eski öğrencilerinizle?
Bazen doktora derslerine misafir olarak çağırıyorum, seni de çağırdığım gibi. O kadar…
-Bir öğrenciniz daha var sizin, ‘Sıfırcı hoca’ lakabınızın nedeni…
Abdullah Öcalan… Sıfır verdiğim tek öğrenciydi.
-Nasıl bir öğrenciydi peki?
Vallahi bilmiyorum. Derse girmezdi ki. Sıfır vermemin nedeni de, imtihana girmedi. Dağa çıktı…
ANKARA’YA DAİR BİRŞEY KALMADI
-Az önce yazmaktan bahsettik… Sizin Ankara kitabınız yeniden basıldı… Ankara’yı çok sevdiğinizi biliyorum. Biraz Ankara’dan bahsedelim mi?
Ankara şehirleşiyor… Kalmadı artık eski Ankara… Şehirleşiyor ama bu kötü bir şey. İnsanların birbirinden soyutlanmasına sebep oluyor. Eskiden Ankara içinde bir dayanışma ve iletişim vardı. Şimdi semtler arasında bir iletişim kalmadı.
Ankara, Ulus meydanıydı. Meclis oradaydı. Ulus’tan Sıhhıye’ye kadar hiçbir şey yoktu. Sıhhiye’de Sağlık Bakanlığı’nın orada bir öbek… Oradan Çankaya’ya kadar, Çankaya’dan da Osmanpaşa’ya kadar boştu. Osmanpaşa, 27 Mayıs ihtilalinden önce Demokrat Partiyle beraber, 14 Mayıs evleri yapıldı. Ondan sonra buralar birleşmeye başladı. Bütün semtler birleşti ama iletişim kalmadı. Komşuluk ilişkisi yok. Bizim apartmanı biliyorsun, ziyaret ettiğimiz kimse yok. Kapıda karşılaşırsak bir merhaba… Artık Ankara’ya dair de anlatılacak birşey kalmadı.
-Peki sizin için Ankara’nın önemi neydi? Bu şehirle tanışmanız nasıl oldu?
Dedem Atatürk ve İsmet Paşa’nın sınıf arkadaşı.
19 Mayıs’ta Sivas’ta tabur komutanıydı. Atatürk Samsun’a ayak basınca aileyi aldı geldi. Annemin babası da İzmir’deydi. Onlar da Makedonyalıdır. Trikopis, İzmir’i işgale kalkınca aldı aileyi Manisa üzerinden Ankara’ya geldi. Nerelisin diye soranlara 1919 yılından beri Ankaralıyım diyorum.
ABDÜLHAMİT DEDEMİ ÇAĞIRIP, ERTESİ GÜN ASTI
-Sizin aileniz de çok ilginç. Biraz daha bahsetsek…
Babam Nusret Fişek, Türkiye’de halk sağlığını, doğum kontrolünü getiren getiren adam. Birader de halk sağlıkçısı ama bana inat Siyasal’da profesör oldu. Amcam Hukuk Fakültesi dekanıydı…
Daha eskilerden dedemin babası Mustafa Ruhi efendi, Makedonya Nakşibendi Şeyhiydi. Soyadım da oradan geliyor zaten. Bulgar çetelerine fişek satarmışız, Osmanlı’ya karşı.
Abdülhamit haber yollamış Mustafa Ruhi efendiye, ‘Sen okuma yazma bilen adamsın, gel seni Topkap’ya müdür yapayım’ demiş. O da bütün aileyi almış gelmiş. Sultanahmet’te asmışlar ertesi gün. Bütün aile topyekun Selanik’e döndü. Böyle bir aileden geliyorum. İlginç yani…
SANATTAN ANLAMAM…
-Sporcusunuz, yöneticilik yaptınız, bir yandan basın, bir yandan siyaset… Bir yandan da hocalık görevini yürüttünüz. Peki sanatla aranız nasıl…
Sanatla aram çok iyi değil. Vakit olmadı.
-Ama Türkiye’nin en iyi balerinalarından Neyran Fişek’le evlisiniz… Sorun olmuyor mu sizin sanatla ilgilenmemeniz?
42 senedir evliyiz. 44 sene de beraberiz. O siyasetten, ben sanattan hiç anlamam. Dolayısıyla birbirimize anlatabileceğimiz, birbirimize öğretebileceğimiz, birbirimizle konuşabileceğimiz konular sınırsız. Konuşuyoruz sürekli…
GÜL GİBİ KIZIMIZ KOMÜNİSTLE
-Nasıl tanıştınız Neyran Hanımla?
Bunlar grev yapıyorlardı. Ben de Basın-İş sendikasındaydım. Devlet Opera ve Balesi’nin önünde bu iş yerinde grev vardır diye pano. Altlarında tütüler, bale kıyafetleri. Desteklemeye gittik. O grubun sonundaydı. Arkadaşlarım, kız sana bakıyor dediler. Bakıştık falan… Sonra bir arkadaşının evinde denk geldi. Oturduk kağıt oynadık.
-Aileleriniz nasıl baktı ilişkinize. Çok farklı iki insansınız çünkü…
Başta tepki gösterdiler. Onun ailesi, ‘gül gibi balerin kızımız komünistle’ dedi. Bizim aile, ‘ gül gibi doçent oğlumuz dansözle’ dedi… Ben de aileyi topladım, bir daha böyle birşey duymamayım dedim. Böylece aile problemi halloldu. Üstelik benim aile onu, onun aile beni daha çok sevdi.
MAHALLENİN KIZI
-Özele giriyorum ama, nasıl evlenme teklif ettiniz?
Vallahi bilmiyorum ki nasıl ettim, dur Neyran’ı çağırayım…
(Neyran Fişek geliyor sohbete katılıyor. Ona soruyorum bu defa)
-Neyran hanım, nasıl evlenme teklif etti Kurthan hoca size?
Bizim aileler başta biraz problem çıkarttı. Annem kızdı ‘bizim kız komünistle berabermiş’ diye… Dedikodular falan… Biz üç ay ayrı kaldık. Bu arada Kurthanlar da bizim iki sokak üste taşınmışlar. Hergün o sokaktan geçiyorum ama gözüm hep etrafta Kurthan’ı göreyim diye.
Ben Kıbrıs’a gitmiştim. Oradan dönüyorum işte… Uçak inerken havaalanında Kurthan’ı gördüm. Zaten uzun boylu, bir de ayaklarının ucuna kalkmış el sallıyor. Kalbim bir tuhaf oldu. Birşey var mutlaka dedim. Neyse yürüyoruz yolda. Bizim sokakta. Gel seni bir arkadaşımın evine götüreyim dedi. Ben tabi ‘eh olur’ gibi birşeyler söyledim ama müthiş heyecanlandım. ‘İstemezsin ama sana bir şey söylemem lazım. İstersen biraz düşün. Ben seninle evlenmek istiyorum’ dedi. Neredeyse küçük dilimi yutacaktım heyecandan. Nasıl düşüneyim. Ben zaten sürekli ne zaman evlenme teklif edecek diye bekliyorum. ‘Hiç düşünmeme gerek yok. Evlenirim seninle’ dedim.
KURTHAN ZOR ADAM
-Peki Neyran hanım, hazır sizi bulmuşken sorayım. Nasıl Kurthan Hocayla evli olmak?
Kurthan’la beraber olmak çok zor. Kurthan’ın karşısında ancak onun gibi biri olması lazım ki onun laflarını karşılayabilsin, davranışlarını karşılayabilsin. Ama biz çok zıt karakterliyiz. Ben çok yumuşak bir insanım….
(Burada Kurthan Fişek devreye giriyor)
-Sen???
-Evet Kurthan ben… Çok yumuşak bir insanım ve de çok müsamaha gösteriyorum Kurthan’a. Taş gibi bir yürek var herhalde, çok sabırlıyım. Bilmiyorum Kurthan farkında mı? Bazen tükeniyorum ama yine de göstermiyorum. Bu huyumdan da memnunum çünkü Kurthan’ı seviyorum…
-Eh hocam artık bu lafın üzerine de bir şey söylenmez…
Doğru söylenmez. Neyran işte…
-Hocam, Neyran hanım sizi şikayet etti. Siz de onu şikayet edecek misiniz?
Neyran’da şikayet edecek birşey yok ki. 42 sene… Dile kolay…
Deniz Bilgen Çakır (halkinhabercisi.com) 18 Eylül 2012, Erişim: 11 Temmuz 2014