Ecevit’le Sosyal’ın bir çay içme” vakitleri geldi artık…

Ecevifle Soysal’ın “bir çay
içme” vakitleri geldi artık…

ÜMTAZ Soy
sal, dışi leri

bakanı oldu
ğunda “sıcak

b a k a n la r’ ‘
vardı, “soğuk bakanlar”
vardı.

Soğuk bakışların bir kısmı ideolojikti. “Adam kızıl
komünist…” diyorlardı,
“Baksanıza, Mamak’ta 17
ay yattı. Suçsuz olsaydı askerler hapse atıp buz kırdırır mıydı? Tuvalet temizlettirir miydi?”

Küçük bir tarihi düzeltme yapayım.
Mümtaz hoca tuvalet temizledi, ama,
buz kırmadıl Buz kırdırılan, bel fıtıklı,
kayık diskli Uğur Alacakaptan’dı.

Parantezi açıp kapatalım, devam
edelim. Soğuk bakanların en büyükçe
bölümü, Mümtaz hocanın dış politikasına kafayı takmışlardı. Yok Amerika’yı
sevmezmiş… Yok, çağın dışındaymış,
“üçüncü dünyacı” takımındanmış…
Yok, bağımsızlığı “fetişizm” hâline getirmiş… Yok, kalemindeki mürekkebin
son damlasına kadar Kıbrıs dâvâmızı
savunurmuş bu da batı dünyasının gazap (ve azap) şimşeklerini üzerimize
çekermiş…

Bunların niye “suç” sayıldığını anlayamamıştım o ilk günlerde… Rahmetli lsmet Paşa’nın, Amerikalı Johnson’a kızıp, “Dünya yeniden kurulur,
Türkiye de o dünyada yerini alır!” sözleriyle özetlenen bir “bağımsızlık” anlayışının niye eleştiri konusu olabileceğine de akıl-sır erdirememiştim.

Şimdi anlıyorum.

Son on yılda iki dış politika çizgisi
oluştu Türkiye’de… Birileri çıkıp
“Amerika benim ikinci vatanımdır!”
diyor, başka birileri çıkıp ikinci vatanlarının “Suudi Arabistan” olduğunu
imâ ediyor.

Sanki ikisinin dışında, tamamen bağımsız bir başka seçenek yokmuş gibi…

‘* ir**

Mümtaz Soysal’ın dışişleri bakanı
oluşunun o ilk zamanlarında, kimlerin
ona sıcak baktığını yakından izledim.

Hiç şaşırmadığım biriyle karşılaştım. Bülent Ecevit…

Niye şaşırmadım? Şaşırmadım,
çünkü, Bülent beyle Mümtaz hocanın
dış dünyaya bakışları tıpatıp aynıdır.

i’ i’ ‘A’

Bu sefer döndüm, Bülent beyle_ ilgi
li belgesel anılarımı tazeledim. Ozel
likle de, memleketin iç örgütlenmesiyle ilgili olanları…

Bülent bey, hem asayiş, hem ekonomik_ kalkınma problemlerini aynı
anda çözerek ”Köykent” modelini savunuyordu. Bülent bey, o tarihlerde
“yönetime katılma” olarak anılan özyönetimden yanaydı. Merkezi idarenin katı, bonapartist güdümünden kurtulmak i in, mahal!” idareler, fabrikalar, KlT’ er kendi kendilerini yöneteceklerdi, işçiler hem kararlara, hem
kârlara katılacaklardı. En önemlisi,
merkezî hükümetin bunlara müdahalesi, “yol gösterici” bir planlama anlayışıyla olacaktı.

Bugüne geçtim. Bülent beyin
Mümtaz hocayı niye eleştirmediğini
kafamdan geçirdim.

Özelleştirmeye karşı çıkmıyor
Mümtaz hoca… ”Özerleştirme”ye karşı çıkıyor, “özerkleştirme”yi savunuyor.

“KlT’ler önce özerkleştirilsin, kendi
işlerini kendileri görür hâle getirilsin…”
diyor. “Satılacaksa, alış önceliği orada
çalışanlara verilsin…” diyor. “Çalışanlar yönetsin…” diyor. .

Aynı şeyleri söylüyorlar.

Yelpazenin sosyal demokrat (veya
demokratik sol) kesiminde bu kadar
“tıpkısının aynısı” düşünen iki kişiye
az rastlanır.

‘k ir**

Bülent beyin belli bir karizması var.
Mümtaz hocanın tutarlı bir bilimselliği
var.

CHP’de Ertuğrul Günay’ın, SHP’de
Cevdet SeIvi’nin başlattıkları çıkışlar
var.

Ben ne düşünüyorum, biliyor musunuz?

Mümtaz hocayla Bülent beyin oturup “bir çay içme” vakitleri geldi artık…

Ama, olmadık şeylerden maraza çıkaran sosyal demokratları (ve demokratik solcuları) bildiğim için, bir de korkum var.

Bülent bey demli çay sever, Mümtaz hoca orta şekerli kahve ister.

25 Ağustos 1` ı
PERŞEMBE