‘Devlet’, memurundan soyulanabilir mi?

f f ;Sayın Sungurlu! Daha medeni

_ DALET bakanı Mahmut “
Oltan Sungurldyla, her ,
nedense, zamansız zamanlarda, yersiz yerlerde

karşılaşınz… Mutlaka ters bir şeyler olur. ‘ v

1987 yılının ortalanydı.

Sultanahmet’teki Yeşil Ev’in
bahçesine davetliydik. Hükümet ve
bürokrasi büyükleri, gazete-dergilerin sahip ve üst yöneticileriyle
“basm sansür-ü” konusunu görüşeceklerdi.

Patronlar “Siz gidin!” dedikleri
için, çalıştığım dergilerin genel yayın
yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz’la beraber bahçeye girdik.

‘Donup kaldık. Basının patronları,
büyükbaşları, başmüşavirleri, bilcümle
ağır toplar oradaydı. Ezilip büzüldük,
“sefil-süfelâ taifesi” olarak, en dipteki masalardan birine iliştik.

Ev sahiplerinin masasına baktım.

Basınla ilişkilerden sorumlu devlet
bakanı Mehmet Yazar bakışlarını kaçırdı. Uzgündü, utangaçtı. _

Sağ yanında, ruhuna çoktan fatiha
okunmuş bir partiden, Hür Demokrat
Parti’den arkadaşı, başmüşaviri Aydın
Dündar vardı. “Basına bir ders daha vermeninİ’ tatlı heyecan ve telâşı
içindeydi. î

Yazar’ın öbür tarafına geçtik. Adalet bakanı Mahmut Oltan SungurIu’yla yüz yüze ilk defa geliyordum. Ağzınm iki yanından sarkan bıyıklannın altındaki dudaklannda alaycı bir ifade vardı.

En sola gittik. Sol kolu pencerenin,
poposunun yarısı koltuğun dışında, sağ
elirıin serçe parmağıyla direksiyon sallayan “digan delikanlı” minibüs şoförleri gibi “havalı” oturan birini gördük.
Hayatımda hiç görmemiştim, kim olduğunu sordum. Adalet bakanlığı müsteşan Arif YüksePmiş…

Toplantı (daha doğrusu, “tebligat”)
başladı, bitti”.

Sansür gelmişse cihane, her türlü
konuşmanız bahane… ‘

t a; ı›

Mehmet Yılmaz dayanamadı, ayağa
kalktı, “Siz kararınızı baştan vermişsiniz…” dedi, “Mesele sansür
değil, faşizmdir. Neye bakacağıma,
neyi okuyacağıma karar verme
hakkımı elimden alırsanız, yarın,
ne düşüneceğime karar verme

hakkına da gasp edersiniz…’_’ – ., . .

müŞİerek|erd9°.iIiv“e. huluşmuvofuz?

ı

Soğuklbir hava esti toplantıda…
Havayı büsbütün soğutmak bana
düştü. a – ›

“Belki bilmezsiniz…” dedim.
“Avrupa’da Strasbourg diye bir
şehir var. Orada yargıçlar var, Avrupa İnsan Hakları Divam`var. Basın özgürlüğü adına, gerekirse
oraya kadar kovalayacağız sizi…”

Devam ettim. ‘

“Avrupalı olmanın şartı demokrasidir, basın özgürlüğüdür. llkinin garantisi Avrupa Konseyi,
ikincisinin güvencesi Avrupa lrısan
Hakları Divanı’dır, uluslararası
yargıçlardrr…”

Sonra bir ömek olay aktardım.

` “Distillers” diye iiçkağıtçı bir İngiliz firmasının imal ettiği, bin kadar çocuğun kulak, burun, boğaz, göz, diz,
kol, bacak, ayak yoksunu olarak dünyaya gelmesine sebep olan “Thalidomide” diye bir ilaç vardı. 1958-1961 döneminde, “gebe kadınlara müsekkin” diye pazarlanmıştı.

Sunday Tunesün bu konudaki yayınını Londra mahkemelerinden biri
durdurdu. Strasbourgdaki yar ıçlar,
“Sansür” dedi, kararı kaldırdnçlngiliz
hükümetini büyükçe bir para cezasına
çarptırdı. ‘

Avrupa lnsan Hakları Sözleşmesi’nin

. 10’uncu maddesi ihlal edildiği için…

i***

Çıkarken, Mahmut Oltan Sungurlu, Mehmet’le benim koluma girdi.

“Çok güzel konuştunuz…
Strasbourg’da görüşürüz…” dedi.

O meşhur “sansür yasası” birkaç
gün sonra cıktı meclisten…

‘A’ *k i’

Aradan on yıl geçti. “Basına sansür” yine gündemde… ç

Söyleyen kim? Yine Mahmut Oltan Sungurlu…

Tanrı aşkına! Daha müsait ve mede
– ni şartlarda karsılasamayacak mıyız?? 4