Bugün dertliyim abiler!
Bugün dertliyim abiler!
nüdür, dertlenme, dertleşme gü
nüdür. Haftalık koşuşturmalar yüzünden okuyamadıklarımı okur, elsik
bilgilerimi tamamlayıp haftaya “taze”
girerim.
Ne hikmetse, “olanlar olamklann,
yapılanlar yapılacaldarın teminâtr olduğu için”, hep de içim kararır. Sinirim
tutar, sağa sola saldınnaya başlarım.
*t*
P AZAR günleri benim için dert gü
_ Aralarında uyduruk bir Maastricht
Anlaşması konusunda bile fikir birliğine varamayan Avrupalı, “Türkiye aslâ
AT’ye üye olamaz!” demiş…
Niyeymiş o?
Bayrağımızda ayyıldız varmış…
Sinirlendim, ecnebi dostlardan birine telefonu açıp küfrettim. “AT’ye almazsanız almayın… Biz, sizin, haçlarınıza, sanayi devrimi öncesinden kalnıa
teknolojiyi sembolize eden oraklannıza, çekiçlerinize, örslerinize, yabalarınıza, falına baltmaktanbaşka işe yaramayan yıldızlannıza, çıngene basması
bayrak renklerinize karışıyor muyuz!”
Küfredince rahatladım. Almazlarsa
almasınlar aralarına…
*i*
Okumaya devam ediyorum. Bak
tım, sinirlendim. Yine “AT üyeliği” me
selesi… Oraya giremezmişiz… Niye?
Yaratıcı değilmişiz…
Bilim örgütü UNESCO’dan bir dostuma açtım telefonu… Onu da haşladım.
“İcatlar, keşilîer ve buluşlar tarihine hamam kesesini, çiçek aşısmı, topçu t ‘ ‘ ‘ni, guguklu saati, belden _lâstikli şalvarı ben kazandırdım.
Dinirne küfreden Müslüman olsa bari!
Senin o bir avuçluk ülkende posta pulundan başka ne var?”
Küfredince rahatladım. Almazlarsa
almasınlar aralarına…
i**
“Hareketsizsinîz” demişler… O
yüzden Avmpalı olamazmışız…
Elinsaf!
Orta Asya’dan çıkıp batıya hareketlendik. Çin Seddi ördüler, yılmadık.
Berlin’e duvar çektiler, devam ettik. Sırf
batıya varmak için…
Telefonu açıp küfrettim… “Sizin o
Kristof Kolomb dangalağı gibi coğrafya şaşkını değiliz biz… Pusulasını
şaşırmış o adam, doğuya varmak için
batıya gitmişti. Amerika’yı bile bulamadı, Bahama adalarına takılıp kaldı…”
Rahatladım. Birazdan müzik dinle
yeceğim…
İBÜLENT çiziyor
DENKTAŞTN PLANI TUTMADI..
BilZAZ DAHA GERİYE
GÜZEL BI Fölbê
m& R”
&ü .f
R
@WM-r
II İ Kllfl Bflll
QBGBSI…
AM” (amca) Talabani şerefi
lMne yemek verildi, herkes oradaydı. Doğusoylu Behçet
Cantürk de katılanlar arasındaydı. Gaze
telerin kullanmaya bayıldıkları tâbirle,
“yeraltı dünyasınm ünlüler-inden” biridir
‘kendisi… Aslında mütevazidir, Diyarba
kır’da otel işletmekle yetinir. Saranp solmak suretiyle tamamladığım Diyarbakır
gezisi sırasında onun hissedarı olduğu
otelde__kaldık. İftar yemeğinde “Ohâl”
valisi Unal Erkan, “Korkmayınm” dedi,
“Burada can güvenliğiniz var…”
Popo korkusuyla dilimin ucuna gelen ağzımdan çıktı.
“O senin dediğin, can değil, cantürk güvenliği…”
Neyse, “Mam Talabani” şerefine yemek verildi Ankara’da…
Leyla Zana oradaydı. Moda yazarlarının tabiriyle, “pantalon ve ceketten
oluşan lacivert bir takım ile ipek
bir blûz ve renk armonisi gözeten bir
fular” vardı üzerinde…
İstanbul’dan 37 saatte 53 telefon
geldi.
Ne konuşulduğunu kimse sormadı.
“Kıyafet çok şık… Nereden aldı?”
diye sordular.
Eski gizli örgütlerden biriyle kafiyeli
yerden alışveriş yapar Leyla hanım…
Ama, ismini söylersem nâmerdim…
Kırk yıldır giydiğim postacı kıyafetlerini
de oradan aldım zannederler sonra…
Manisa’daki Celal Bayar Üniversitesi’ni ziyaretinde “fahri doktor”
yapmışlar seni… İsminin başında taşıdığın (ve fazla kullanmadığın)
“Pr0f.Dr.” ünvanını cidd” ye almadan konuşmuşsun… ‘Üniversitede
3 yılda doktora yapılır, siyaset doktorası daha uzun zaman alıyor. Benim siyaset doktorluğum 10 yılnaldı, Süleyman beyinki 30 yıl…” Oğrenciler seni çılgınca alkışlamış…
“Niye bu kadar alkışlanıyorum?
Matrak mı geçiyorsunuz?” demişsin… “Mütevazi” olmak uğruna,
espri yapmak uğmna, lütfen, böyle
konuşma! Herkes ağzından çıkanı
cidcîye, temsil ettiğin sosyal demokrasiyi gayrıcidıîye alıyor ondan sonra…