Betonlaşmayı koruyalım!”

Kuıthan F SEK

“BEIDNLASMAYI KOHIIYALIMP.’

ba ünü”… Yeşil bayraklar,

yeşi
pankartlar…
En önde, tabiat yeşili kaftanıyla,

M İTİNG meydanı tam “ana-ba
flamalar, yeşil zeminli

` Fatih Sultan M

Arkasında, deniz lâciveıti zemin
üzerine gökyüzü mavisi harflerle yazılmış, Fatih’in ünlü sözleri…

“Ağaç kesen baş keser! Onun da
başı tez kesile!”

Ne o?

Tabiattaki yeşillik korunacakmış,
“Çevre Günü” kutlanıyomıuş…

Miting meydanına doluşangkurukalabalığın ortasında dımdızlak bir
nümayişçi, elinde aykırı bir pankart…

‘jßetonlaşmayı koruyalım!”

Uşüşmüşler etrafına… Evire çevire dövdükten sonra sormuşlar…
“Nereden buldun bu sloganı?”

Adam yerde perperişan vaziyette, vızıldanmış… “Bütün güzel sloğııları arkadaşlar aldı, bana da bu

ı…”
‘k *k *k

Son _birkaç yıldır, ömrümün dörtte biri Istanbul’da geçiyor. Yeşilin
kuruyup bitmesi, ağaçların kesilip
yerlerine beton direklerin çıkılması
midemi bulandırıyor, göz zevkimi
bozuyor.

Eskilerin “tarz-ı mimari” dedikleri şey de değişiyor bu arada… iyiden
kötüye, kötüden betere… Baroktan

lazoka, oradan groteske…

“Mimarlık Haftası” münasebetiyle, “çe İstanbullu” olarak verilebilece bir mesaj aıandım. Temp0’dan Coşkun İncekara buldu.
Bulması ondan, anlaşılır türkçeyle
iletmesi benden…

*f*

Hassa mimar/arının başı Sinan ‘a
hüküm ki,

Rume/Pnden ve sair yerlerden
gelip doğramacılık ve bina bilgisinden habersiz ve nasipsiz olarak, tamamen ehliyetsiz şekilde, ellerine
cedve/ alıp mimarlık yapmaktadırlar.

Bina eyledik/eri evlerin ekseriya
ocakları tutuşup yandığından, buyurdum ki,

Bu emri aldığında, bu konuda
dikkatli olup, bina, doğramacı/ık ve
duvarcılık bilgisinden yoksun bulunmakla beraber eline cedve/ (arşun) alarak mimarlık yapanları yasaklayasın, senin bilgin ve iznin olmadan 0 gibi eh/iyetsiz kimselere
mimarlık ettirmeyesin…

. Kanûrı” Sultan Süleyman
Fi 17 Safer 980
(29 Haziran 1572)
‘A’ ‘A’ i’
Mimarlarımızın geleneksel haftaları_nı kutluyorum.

Istanbul’da yaşamak zorunda kalırlar inşallah!

Bu DEFA EMİNİMI.. i. ^ i:
MATIZAK GECİYORLAR

. x

Ca&
*j

snııiııııııiıııouru
inna :nan ıııi BUNLAR?

UNUS’a iade (ve orada idam)

edilmek için Kırklareli cezaevin
de bekleyen Tunuslu Riadh
Makhloufun kızkardeşinden mektup
geldi. Minik bir hatırlatma yapayım.
Tunus’dan Türkiye’ye kaçmış, Fransa’ya gitmek için arabayla yola çıktığında Dereköy sınır kapısında yakalanmış, sorgusuz-sualsiz hapse atılıp
üç ay orada tutulmuştu.

Hariciyemiz hâlâ “m0nşer”…
Protokola riayet eder. “Suçu a& mi,
siyasî mi?” diye sormuşlar Tunus’a…
“Adi suçlu” cevabı gelmiş, adamcağızı geri gönderiyorlar. Ne diyeceklerdi yani? “Siyaî” mi? Demokrasi
cennetlerinde siyasi” suçlu olmaz…
Olsa olsa, düzene başkaldıranlara
“ad” suçlu” damgası Vurulur.

On dört yıldır Türkiye’de yaşayan,
Türk’le evli, T.C. vatandaşı, iki çocuklu Şadiye Korkut’un (Raja Makhlouf) mektubunu özetliyorum.

Kardeşim Tunus’tan kaçmadı,
yılbaşı için bize geldi, Tunus’ta

tutuklama emri” çıkınca geri dönmedi, Fransa’ya gitmek isterken Dereköy’de tutuklandı.

Devletler, devlet başkanları,
hariciyeler “atî suçlu” kovalamaz… Tunus devlet başkanı Zeynel
Abidin, kardeşimi bizzat geri istedi.
Bu ne biçim “ati suç”?
Yargılanmadan, ifadesi alınmadan, hatta adı bile sorulmadan
dört aydır hapis yatan kardeşim Tunus’a iade ediliyor. “Idametmeyeceğiz” garantisi verilmiş… Işkenceyle
alınacak ifadesinde bir çok insanın ismi çıkabilir. Onlar ölürse vebali kimde olacak?
Bu __soruların cevabını bilmiyorum… Oğrenmek de istemiyorum…
Kim kararı bozacaksa bozsun…
12 Mart’ları, 12 EyIül’leri doğurmuşlar olarak, yeteri vebalimiz, günahımız var zaten…

“Muhalifin aptalını, yandaşın budalasını sevmiyorum… Onlardan öğrenebileceğim hiç bir şey yok…”
(Benjamin Disraeli, 7856)