Alman dazlakları deplasmanda!

I 10 Nisan 1993, Cumartesi

A beş gün oldu, ya altı… Al
manya’dan Türkiye’ye 20 adet

dazlak geldi. 11’i kız, 9’u erkek… Yani, ırkçı Almanya’yla gurbetçi Türkiye’nin yakınlaşmasını, tanışmasını, birbirlerine ısınmasını sağlamıatk için, tosuncuklar deplasmana
çı ı.

Tabiî, işin organizatörünü merak
ettim hemen…

Kiel’deki Türk-Alman Halkevleri
düşünmüş…

Mantık pek o kadar yanlış değil
aslında… Astıkları, kestikleri, yaktıkları, devamlı dayak-ölüm korkusu
içinde yaşattıkları insanları kendi doğal ortamlarında görürlerse, ısınabiIir, nefretlerini unutabilir, şiddeti bırakabilir dazlaklar… Hele, şiş kebabımızı, çiğ köftemizi, rakımızı tadıp
beğenirlerse, belki Almanya’ya hiç
dönmez, burada kalırlar… Onlar da
rahat eder, Almanya’daki vatandaşlarımız da…

t**

Hamburg muhabirimiz İbrahim
Gül iyi haber koklar. Dazlakların peşine takıldığını duyunca kıskıvrak yakaladım, “Anlat, ne oldu?” dedim.

Once dazlakların umum Almanya’daki profilini çizdi.

Yoksul, işsiz… Hem aileleri, hem
kendileri…

En okumuşları “hızlandırılmış il
Kurthcın FISEK

Alman tlazlakları deplasmanda!

kokul terk” olduğu için, yabancının
dilinden anlamıyor, kendi dilinde
kurabildiği en uzun cümle üç kelime, en babayiğit kelime iki hece…
Kadersizliklerinin faturasını birilerine çıkarrnaları lâzım… Yani, sırtına
yük bindirecek “emanet manda” arıyorlar. Saçlarını kazımak için jilete,
usturaya verecek paraları yok, talan,
hırsızlık, gasp, soygun,.kaba kuwet…
“Asûde bir bahar ülkesi” olan
Türkiye’ye bunları getirdik.
***k

İbrahim Gül aktardı. Hayatlarında uçağı sadece havada gören dazlakları uçağa bindirmek mesele, Yeşilköy’e indirmek yine mesele, havaalanından çıkartmak başlı başına
mesele olmuş… Gümrükten geçip
dış kapıya yürürken, yolcu bekleyen
kalabalığı, kalabalığın arasında “yolcu panosu” taşıyan şoförleri görünce, “E ahh! Aleyhimize nümayiş
var!” eyip geri kaçmışlar, polise sığınmışlar… Okuma-yazmaları yok,
karacahil hepsi…

Iki şey öğrendiler Türkiye’den…
_Yabancı yerde korkmayı… bu biirrr!
insanlığı… bu ikiii…

Onlara insanlığı kim anlattı, biliyor musunuz?

Dazlakların Mölln’de yaktıkları
ailenin, askerliğini yapmak için Türkiye’ye dönen büyük oğlu…

YASAKTAN ÖNCE…

çıziyoıBAZI RADYOLAR KORSAN YAYIN YAPIYOR…

YASAKTAN SONRA._..

vaııanı ıııııqnı_
aynıvla Vallllllf

AHDUT mesuliyetli spor bakanı

Mehmet Ali Yılmaz’ın, 500 gün

sonunda, makam odasındaki halının altında muska bulduğunu, bir kova su getirterek muskayı içine attığını,
bu yoldan, hem kayıp trilyonlarını kurtarmaya, hem sporumuzu kalkındırmaya sevdalandığını yazmıştım…

Gırgır geçtiğimi zannedenler çıktı.

Bir virgül bile abartmam yok… Oldu
bu olay…

Yani, ikinci ve üçüncü 500 günlerle
onların KDV’si olan 300 gün rüfâîlere
kaldı.

Attığım başlığı da abartılı bulanlar
oldu. “Hükümette Bahar Temizliği”…
Aslında “abartılı” yanı yoktu. Başbeyimiz_ _epey önce başlamıştı temizliğe…

Onemli temaslarını yürüttüğü eski
başbakanlık binasının leş gibi kokmasından şikâyetçiydi baba… Pencereleri
açıp odaları havalandırmak gibi palyatiflerle durum idare ediliyordu. Koku
(ve kokuşma) artarak sürünce, makam
odasının alimünyum panelleri söküldü,
ortaya dört tane azman fare cesedi çıktı. Hemen yok edildi.

Ikinci 500’de babanın işi zor… Enkaz kaldırırken, bir de “ceset kaldırma” çıktı başına… Sıçan cesedi…

HALIILTURGUT OZAL
HUKUMH esnedi (“esneklik göstermek” anlamında), Hikmet Çetin peşine takıldı, Orta
Asya cumhuriyetlerine geldi.

Giderken diş macunu ilânı
yaptın: “Dişlerimizi göstennek
lâzım…”

Arkasından Bişkek’te şecaat
arzettin: “Bizim uçaldar kazâra
oradan geçerken üç-dört boınba düşürse kıyamet mi kopar?”

Dostların birbirlerini alışverişte gördüğü toplantıyı terk etmiş Çetin… Eder. Gitmesi hataydı. Memleketimizin hem dış politikasının, hem ekonomisinin,
belli münavebelerle, ya askerlere, ya mühendislere emanet
edildiği 60-70 yıllık yakın tarihimizde, bülbüller pisliyor, arpacı
kumruları temizliyor.

ııAl_
kışlara
inanmayın…
Çoğunluk alkışlıyorsa, iyi, güzel, aına,
îakşaklayan ya dalkavuklann eler

ııı

(Abraham Lincoln, 1860)