Başkanlığı yazmayacaktım, ama, tavuk poposu tövbe tutmaz!
?İŞİ (İÜ ~ 1′ M Ã- , __. …………………… ..
Başkanlığı yamıayacaktım, ama,
tavuk poposu tövbe tutmaz!
RKADAŞLARA söz
verdiydim. Babalardan,
kurtarıcılardan, başkan
lıktan, baybabahk sisteminden söz etrneyecektim.
Tam ben susuyorum, birileri
fıştıklıyor. Beni şeytan dürtüyor.
Eşyanın tabiatı gereği, tavuk
poposu da tövbe tutmuyor.
ii**
Bazı anekdotlar vardır, herkes
bilir, ama, günleri tekrar-tekrar gelir,
aynı leaetle dinlenir.
Bu da onlardan biri…
Atatürk Türkiye’sinde “umûma
açık” sinemalarm sayısı iki elin parmaklanna ancak sığardı. Yabancı filmlere, özellikle d’e vurdulu-kırdılı korsan
filmlerine “müthiş rağbet” vardı. O
izdiham yüzünden sinemalara girilemediği için, yabancı filmler, ilk vizyonlanna Çankaya Köşkü’nde girerdi.
Atatürk’ün en büyük zevklerinden
biri, bu ilk gösterirrılere başkentin önde gelenlerirıi çağırmaktı.
*i*
Film Douglas Fairbanksün otuz
altı kısım tekrrıili birdenlerinden biriydipFırtınaya yakalanan, “mal ve dilber dolu” ticaret gemisi pusulasını
şaşınyor, korsanlı sulara giriyor, saldınya uğruyordu.
Allah’tan, “kurtarıcı” rolünde
Douglas vardı gemide… Saçlan gür,
bıyıklan kaytan, kılıcı keskindi. Saldırgan korsan gemisindeki 137 korsanı
kılıçtan geçiriyor, kızlann en güzelini
koluna takıyor, pınarlanndan şerbet,
bakışlardan şehvet fışkıran “cennet
misali” bir adaya çıkıp, huriler kadar
güzel o kızla sık çalılıklann arasında
kayboluyordu.
*i*
Arılatıldığma göre, Çankaya’da film
bitmiş, ışıklar On sırada oturan Neyzen Tevfik hüngür hüngür
ağlıyor. __
Atatürk şaşırmış… “Ustad, film
mutlu sonla noktalandı, niye ağlıyorsun?” diye sormuş…
“Ben bu filmi daha önce sey
rettiydim…” demiş Neyzen, “Ön
ce kurtarırlar, sonra becerirler…”
‘A’ ‘A’ i’
”Garip mernleketiz vesselam! İ ‘
Ayağını sallasan babaya, kurtancıYa ÇÖTPWOT- .
Herkes baba anyor. “Benim asıl
babam kim?” diye soruyor.
Hürriyet Ankara biiromuzdan Kadir Ercan adli tıpçılarla, histologlarla,
dernıatologlarla konuştu. ‘
Hepsi aynı şeyi söylüyor.
“Bizler, baba olduğu iddia edilen baba adayıyla onun çocuğu
olduğu söylenen çocuğun kan
grubuna, dokularma ve DNA’larına bakarız. Bu testlerden herhangi birinde uyuşmazlık varsa,
gönül huzuruyla, “Bu çocuğun
babası kesin olarak bu adam değildir’ deriz…”
Peki, ya üç test birden uyarsa!
o zaman çok ciddi….
“Uysa da, uymasa da kodum!” diyemezsm…
“Gerçek babam kim?” sorusuna açıklık getirmek gerek…
Açıklama devam ediyor.
“Testlerin tamamında uyum
varsa, kesinlik yok, ihtimal vardır. ‘Bu adam bu çocuğım babasıdır’ diyemeyiz, ‘Bu adam bu çocuğım babası olabilir, muhtemeldir’ deriz… Raporumuzu hazırlayıp mahkemeye yollanz, onlar da
şahitleri dinler, öbür delillere bakar, vicdani kanaatine varır…”
i’ ‘A’ i’
“Baba” aramaya, “kurtarıcı”
bulmaya niye bu kadar meraklıyız?
Kendimize, kollektif akl-ı selimimize, mantığımıza güvenmiyoruz da ondan…
Tembeliz, biz karar vereceğimize
(bir zahmet), kerameti kendinden
menkûl birileri bizim yerimize düşünsün, karar versin istiyoruz, ondan…
Mark Twain’i zamanında okuyacak kadar lngilizcemiz olsaydı keşke…
“En çok babama güvenirdim,
__ onu da armemin üstünde yakala- dim…”