‘Dış mihraklar’ olmasa ne güzel idare ederdik!

ENDE reflekstir,
ne zaman kanlı
olaylar çıksa, hemen takvime baka
nm. Gaziosmanpaşa’da kan
akmaya başladığını duyar
duyrıaz baktım. Pazarrnış…
Üerin bir nefes aldım, Tann`ya şükrettim.

Perşembe gecesi olsaydı,
seyredin ertesi günkü cuma
namazlarını… Kime hizmet
ettiğini yalnızca kendisi bilen üç-beş
zibidi ajan-provokatör, Sünni cemaatin ağırlıkta olduğu birkaç camiye
“ses bombası” bile atsa, Türkiye
kan gölüne dönerdi.

Ne polis yeterdi bastırmaya, ne
asker…

ı
l

*ik*

Pazartesi sabahı, erkenden, salı
günkü yazımı düşünmeye başladım.

Değişik bir şey söyleyip söyleyemeyeceğimi düşündüm.

Aklıma ilginç bir şey geldi.

“Bundan bir ay önce, kısa
aralıklarla, Türkiye’ye, hem
ClA’nın, hem KGB’nin başkanları
apar topar gelmişlerdi. Sâdece
güzel kadınlarımızı görmek, şiş
kebabımızı tatmak, turistik beldelerimizi tetkik etmek üzere
gelmeyeceklerine göre, niye geldiler, kapalı kapılar ardında ne
konuştular? Mâdem ‘şeffaflık’ diyorsunuz, işte fırsatı! Konuşulanları açıklayın…”

Bunu yazmaktan vazgeçtim…

Yangına körükle gitmekten başka
işe yaramazdı. _

Susmayı, yazmamayı, bir sonraki
cuma namazına kadar ortalığın elbette yatışacağını, ya_tıştırılabileceğini düşündüm… l

Hoppalaaaaaa!

Sorumsuz Cumhurbaşkanımız Pakistan’a giderayak konuşuverdi:
“Korktuklarım başıma geldi!”

Süleyman Demirel, paranoyak
değildir. Ama, paranoyakların bile
korku köklerinde, tecrübeler yatar, bilgiler yatar, duyumlar yatar.

Geçiştirdim olayı… “Baba, bu
sefer tedbirli davrandı. Başbakankeıı şapkasını bırakıp giderdi, şimdi yanında götürüyor…”

‘Dış mihraklar’ olmasa
ne güzel idare ederdik!

*i*

Hüsamettin Cindoruk, cırcır etmeseydi, yine yazmayacaktım bu yazıyı… By-pass’tan sonra yine saçmaladı.

“Bu cuma günü, Camilerimizdeki cemaat çok dikkatli olsun!
Onları tahrik etmeye çalışanlar
çıkabilir…”

Sayın Cindoruk, hem zor günlerin. hem kolay günlerin adamıdır. 27
Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül öncesinde
işi kolaydı, tuzu kuruydu, idare edip
gidiyordu. Ne zaman askeri darbe olsa, yıldızı parladı. “Kurtarıcf” diyenler oldu, “emanetçi” diyenler oldu.

Ama, her askerî darbe sonrasında
gündeme geldi, lök gibi oturdu.

Tansu Çiller, Mesut Yılmaz,
Necmettin Erbakan, kendilerine
”devlet adamı süsü” veren herkes,
bakışlarını cumaya çevirdiler.

Türkiye’yi dört gün önceden cuma
namazlarına, camilere doğrulttular,
yönelttiler. ‘

lçişleri bakanına bir diyeceğim
yok… “Güner Umit’i yakalayaca
ğız!” derken aklı başka_yerdeymiş,_

önisim şaşırmış, “Tarık Umit’i kasdetmiştim!” dedi. Kıvırttı. Tarık
Umit’in belki cesedini ele geçirir.

i’ ‘k *k

Bu yazıyı yazmayacaktım, ama, yeni bir hafta başlıyor.

Birinci cumhuriyet, ikinci cumhuriyet… Ellinci hükümet, elli birinci hükümet… Kelimelerle, rakamlarla oynamayın…

Sifonu çekin gitsin! Mark Twa
in’in dediği gibi: “Politik pislikleri,
politik aptalları temizlemenin tek
yolu, politik tuvalette sifonu çek
mektir. Sıçtıklannız birikirse ko?

kar, kokuşturur…”
Bunun Türkçe adaptasyonu erken
seçimdir. `