Doğuya giden geminin güvertesinde batıya koşmak (2)

han Demirağ ,aradı,
“batılılaşına” hareketinden, yalnızca kentlerimizin
değil, köylerimizin de ciddî
şekilde etkilendiğini söyledi.
“Köy” denildiğinde aklıma
Yeniköy, Ortaköy, Vaniköy,
Yeşilköy, Çengelköy, ‘Bakırköy”`geldiği için merak ettim,
üstüne gittim. “Mimaıîmiz etkileni or mu?” diye sordum,
özellikle onun kökten değiştiğini anlattı.
“Garptaki _kentlerîmiz nasıl şarka
özeniyorsa, aynı şekilde, şarktaki kentIerimiz ve özellikle köylerimiz de
özeniyor. Küçük köy evlerinde lenduha
tipi barok mobilyalara rastladım. Ana_dolu kasabalarına beşer katlı apartmanların dikildiğini, yağmur görmeyen yerlere İsviçre tipi dik damlı evlerin yapıldığını gördüm… Bazı dostlarımızın şaka yollu ‘lazok’ d’ adlandırdıkları bu şarldên” mimarlı ömekleri,

ALI günkü yazımdam
Ssonra, can dostum Nur
ğil, em garba bakan, hem ona meydan okuyan bazı diplomalı mimarlarımızın projelerinden çıkmaktadır…”

*i*

Gelelim müzik zevklerimize…

Yıllar önce, ünlü müzikologlarımızdan biri anlatmış, ben de yazmıştım.
On yıl önce, on yıl sonra… Her şey aynı…

Müzikte garplılaşmaya karar verdiğimiz zaman, ilk yaptiğımız iş, müzikle
riyle garba en yakınlarımızı, yani Dede
Efendi’yle Hacı Arif Bey’i terk etmek olmuştu. Izleyen yıllarda filarmoni orkestralarıyla, konservatuvarlarla, cazla uğraştık… Derken, hıçkırıklı, elektronik
sazlı, “halkımızın özmüziği” denen bir
şey çıktı ortaya… Ne kadar yüksek çalınırsa o kadar iyi, ne kadar gamlı dinlenirse o kadar âlâ, “Biz Arap mıyız ki,
halkımızın öz müziği arabesk olsun”
diye sormanın o kadar ayıp olduğu çok
~özel bir müzik türüydü bu… ı

Dünya haritasının garbında, sessiz,

‘sakin, hareketsiz dinlenirdi mü_zik…
Parçabittikten sonra, idıfacının başarı

derecesine göre, değişik perdeden toplu <` alkış tutulurdu. Biz, bu güzel garpkalış-ğ ' ' kanlığını aldık, sanatçıya duyduğumuz& sevgi ve takdirin hiç bitmediğinijbitme- :f yeceğini göstermek," .onu morallendir- ` mek için, 'ınarçanınîbaşindan' sonuna :c- .jlj r H, tir, cahil kalfalann kafasından de Doğuyagiden geminin güvertesinde batıya koşmak (2) kadar şak-şakla tempo tutmaya başladık. Sonra, garpta bile "orkestra şefi" büyük yenilikti. Mozart zamanında bi“le, birinci kemanın konzertmeisteHliğiyle yetinilir, orkestra şefine ihtiyaç duyulmazdı. i"Bakın," biz de garplıyız" diyebilmek için kalktık, teksesli, orkestrasyonsuz müziğimizin başına, kendi 'i .halindeel-kol sallayan orkestra şefimizi "tkoyduk İ”,Şarklı" tambur, ut ve kanunlarımızın îyanına " 'rplı" keman, klarnet ve eléktro-gitağzrı yerleştirrneyi de ihmal etrnedik bu arada... ' Garplılaşmaya' :devam ediyoruz. Konserden, temsilden sonra "teşeldcür" niyetine sanatçıya bir buket çiçek göndermek güzel bir garp geleneğiydi. Kadirşinaslığımızdan çelenkler doldurduk sahneye... Bir gün önce yerden_ süpürülen gül yapraklarını toplayıp hanendelerin başlarından aşağıya tepsi tepsi dökmeye başladık. Ama, en önemlisi, İtalyan Rönesansı nasıl "opera"yı yaratmışsa, biz daha iyisini, garplıların düşünemediğini yaptık. içkili içkisiz, kadınlı erkekli, kuru köfteli, cacıklı, dolmalı, her masası en azından birkaç çengili gazinoları, halk matinelerini yarattık. Garplı konserden, temsilden sonra yemek yerken, yemek saatimizi biraz öne alıp, rakı ve viski sofralarımızı, bol bol acılı kebaplarımızı, çiğköftelerimizi, sarmısaklı cacıkları ,mızı sahnenin kenarına çektik. Onunla da yetinmedik, insanlar sokağa çıkıp gazinoya gitmek zahmetinden kurtulsun diye, televizyonumuzu "dünyanın ilk devlet gazinosu" olarak yeni baştan örgütledik. . 'x v: a: ` "am, Avrupa'ya ilk girişimiz değil bu... Tarık Bin Ziyad İspanya'ya, Fatih Sultan Mehmet Istanbul'a gitçmişti. ' `Avrupalı olduk? Onlar m; .if-biz" oldu? Elinizi vicdanınıza koyun... Biz mi "