BU Olympos’lar bizim!
Bu ÜİVIIIIIOSİGI’ İIİZİIII! _
SKİ Yunan tanrıları O|ymp0s’ta
toplanıp aşk-meşk ederlerdi. Ka
faları fazla “dumanlı” değilse,
Zeus’un riyasetinde, başka işlere de
yetişirlerdi.
Homeros destanlarına göre, meselâ memleket sorunlarını tartışır, yine
meselâ sorunların çözümsüzlüğüne sinirlenip aralarında kıyasıya kavga
ederlerdi. Gök Tanrısı Zeus bir tür hâ
. . DE Bu
kımdı bu muhab- 35” ,ßap/.ı-İMM_
betlerde… İçkisini gsluE
yudumlarken konuşulanlara kulak
kabartır, sinirlerine
dokunacak bir şey
söylendi mi yer sofrasından kalkıp
haddini bilmezlerin
üstüne şimşeklerini
yağdırırdı.
Gelelim bizim
Olymp0s’a…
Azra Erhat’ın
yalancısıyım, bizde de yirmi küsur
“Olympos” (yülsek dağ) varmış… Bakalım, Antalya Kemer’dekinde neler
oluyor.
k**
Muharrem Sarıkaya arkadaşımız
ikiye bölerek anlattı Olympos serüvenını…
0 Niyetimiz, Tahtalı dağlarının devamındaki Olympos dağının tepesine,
orada devamlı yanan ateşe ulaşmaktı.
Arabamızı dağın eteklerine, ağaç altına bıraktık, yürüyerek tırmanmaya
başladık. Bir saatlik bayıltıcı tırmanıştan sonra ateşe baktık. Olimpiyat meşalesi gibi bir şey beklerken, kandil
EMMOGvLUUU ı.
_ Kurthcın FISEK ‘
ateşiyle karşılaştık. Bozulduk. Turizm
bakanlığının bolca bastırdığı rehberlere benzemiyordu.
9 Kurumuş boğazımızın imdadına, 2 bin liralık şişe suyunu 10 bin liraya satan miniminnacık bir saka .yetişti. Tam suyu alıp parasını verirken,
bizden önce ateşin başına gelmiş bir
“yerli turist” topluluğuna dönüp bağırmaya başladı çocuk… “Kaç kere dokunmayın dedim size… Onlar tarilı^
eser…” Çocuğun
bağırdığı istikamete
dönüp baktık. Yerli
turistlerden biri,
elindeki değnekle
antik kilisenin duvarını kazıyor, yazıları
sökmeye çalışıyordu. “Bak lov, bizim
A’ya benziyor. Ahhaahh, bu da bizim
C gibi… Sökecem
valla yazılanı…” Biri de, sıcak yaptığı
için, Olympos ateşinin üstüne kum,
toprak atıyordu.
t**
Muharrem arkadaşımız sinirlenerek indi dağdan… Telefona sarıldı.
“patlayan” mı, “patlak” mı olduğu
pek bilinmeyen turizmimizin bir üst
yetkilisinden, dağda niye bekçi bulun
DAĞLAEMM
__durulmadığını sordu. Cevabını aldı:
“O işlere Çevreden Sorumlu Devlet
Bakanlığı bakıyor…”
Bu sefer çevrecilere sordu, top geriye gitti, ”Turizm bakanlığının meselesı…”
Daha ben ne söyleyeyim?
Bir baska güzeldir
Iıenim memleketim…
O 1994 yılında Türkiye’ye kaç turistin geleceğini önceden tahmin
etmenin mümkün olmadığını söyleyen
turizm bakanı Abdülkadir Ateş, “2000
ılında Türkiye’ye 14 milyon turist geecek!” dedi. (Izmir-hha)…
O Eskişehir’de ewelki yıl düşen,
düşmeyi alışkanlık hâline getiren F104 uçağı, Batman havaalanının girişine, “sembol maket” olarak yerleştirildi. (Batman Çağdşı..
O Çeşme’den feribotla yurt dışına 4
kilo eroinle çıkmak isterken yakalanan
46 yaşındaki Omer Mut’un, 1962 yılından başlayarak, Türkiye’de 7, Hollanda’da 2 kere cezaevinden kaçtığı
tesbit edildi. (izmir-hha)…
O SHP liderini arıyor (Gazete|er)…
ırunuırıırıı o
nn nu 1 e
“Ben devletçilik denilen şeyi anlanm,
ama, _dolapçılığı anlamam…”
(Ismet Inönü, 1934)
TANSU ÇİLLER
Aklımda çok yanlış kalmadıysa,
1965 yılında başlamıştı “üniversite
seçme sınavIarı”… Sırf yüksek öğrenim görmek isteyenlerin kalabalıklaşması yüzünden… Bir sürü aksaklığı
oldu, ama, ağır-aksak devam etti, bugünü buldu. Açıkta kalan 440 bin kişiyi açık hava fakültesine almanı “seçim taktiği” olarak yorumladım, itirazlarımı söyledim, sustum.
Ama, DYP grubundaki açıklamanı__ anlayamadım. Altı saat önce,
“Universite seçme sınavlarını kaldırdım” dedin, altı saat sonra çevirdin,
“T ek aşamalı yapacağız” diye düzelttin… Sonra ekledin: “Bir sonraki yıl
toptan kaldıracağız, herkes istedıği
okula gidecek…”
Az zamanda çok (ve doğru) iş
yapmak zordur. Lâf üretmelse kolaydır. 12 Eylül üniversiteyi lise seviyesinin altına indirmişti. 12 Eylül’ün ve
“Özal politikalarının devamı olan bu ”
son açıklamandan sonra, sünnet düğünlerinde, sünnet çocuklarına “vâdeli diploma” verme aşamasına geldi. Ayıptır söylemesi, üniversitelerin
bu saçmalıklara niye sustuğunu da
anlamıyorum…