Uğur’un kırkı, cinayetin cılkı…
Kurthan F SEK
llğurun kırkı, cinavetincılkı…
turmasının cılkının çıktığı gün,
evde oturmuş, eski kitapları karıştırıyordum.
Gazeteler geldi.
Bekir Coşkun’un Hürriyevteki
manşeti, sabah mahmurluğumu aldı,
götürdü.
“Leopar benek
dökmez, altın palan vursan, merkep yarış atı olmaz!” misali, Yahya Kemal Demirel
yine haltlar karıştırmış…
Tesadüfün bu
kadarı olmaz!
Karıştırdığım
eski kitaplardan
biri, Uğur’un “Büyüklerimiz” kitabıydı. Hafıza taze~
lemek için, “İslamköy’ün Yiğidi”
bölümündeki “Küçük Yahya Doğuyor” başlığının altını okumaya başladım.
u ĞUR’un kırkının, cinayet soruş
i**
“Demirel ailesinin en mutlu olaylarından birisi, hiç şüphesiz, Hacı Ali
Demirel’in bir oğul sahibi olmasıdır.
Adam olacak çocuk şeyinden belli olduğu için, bütün Demirel ailesi, küçük
Yahya’nın şeyinde boncuk aramışlar
ve bulduktan sonra boncuk ticaretine
başlamışlardır…”
*i*
“Hacı Ali yoksulluk nedeniyle
okuyamamıştı. ‘Devlete bari bir
hayrım dokunsun’ diye, Ankara’da
kolej kurdu. Bazı tarihçilere göre,
okulun kumlmasına sebep, Yahya’nın
haylazlığıydı. Hacı Ali, ‘Benim oğlum
başka okulda okuyamaz, bari okul
kurayım da diploma alsın’ diye düşünmüştü…”
*f*
“Demirel, 12 Mart 1971 günü, ia’ deli-taahhütlü olarak gönderilen bir
muhtıra ile iş başından uzaklaşmıştır. Gerçi Demirel o günlere
kadar hep ‘Bulun
226’yı, düşürün’
diyorsa da, buna
kimse aldımıamış,
ancak yeğeni Yahya bu sözlerden
‘Bul 226 sandalye,
yurt dışına ihraç
et’ anlamını çıkararak, hemen mobilya ihracatına
başlamış, Demirel
ailesinin yakın dostu Mıgırdıç Şellefyan
aracılığıyla devletten 20 milyon lira
para rica etmişti…”
i**
Uğur’un o zaman (1978) yazdığına
göre 20 milyon lira…
Bekir’in 15 sene sonra (1993) çağ
atlattığı rakamlara göre 20 milyon dolar…
Huylu huyundan, çeken çektiğinden vazgeçmiyor. Uğur’un unutulmaz
beşliğiyle bitiriyorum.
Hiç bir şeyden çekmedi
Yeğeninden çektiği kadar
Hatta çirkin de sayılmazdı
Yazık oldu
Süleyman efendiye
senın/wa a: =,
ğ
ik’ üýc TANE
YğğlÂ/ılıseıuııı woıuız Bi’ DAHAYAPALIM.
– Assvıvı ç
. yor, eskiyi
3 Anayasanın
3 mımarı…
GE Sosyal Araştırma Vakfı’nın dü
zenlediği bir panel vardı geçen
hafta… “Anayasa Hukuku ve Anayasamızın Bugünkü Uy ulaması”…
Hem söylenenler, hem söy eyenler dikkatimi çekti.
Bir tanesi, Mümtaz S0 |’dı. 1961
anayasasını hazırlayan omisyonun
üyesi… “1982 ana ının en kötü tarafı, sendikaları, emekleri ve meslek
kuruluşlarını siyas* partilerden koparmasıdır!” dedi. Başka şey diyemezdi
zâten… Demokrattır kendisi…
Ikincisi, Coşkun Kırca’ydı. 12
Mart’ın kapalı nizamiye kapılarının arkasında 1961 anayaşasını kuşa çeviren
iki ki iden biri… “Idarecilerde eksik
olan şaziletin kendisidir!” dedi. Yadırgamadım doğrusu… Coşkun ağabeyimiz tutarlıdır. 1961 anayasasını budarken ,de, seçilmişlere itimatsızdı.
Uçüncüsü, Orhan Aldıkaçtı’ydı.
Jandarrnaların sandık nöbetçiliğinde, oy
pusulasının rengini dışarıya vuran şeffaf
zarflarla “halkımızın yüzde 92’lik desteğine mazhar olan” son anayasanın
tek mimarı… “Anayasanın geçici 15’inci maddesini kaldımıaya yürek ister!”
_ dedi. Haklı.. 0 şartlarda koymak kolay
dı, şimdiyse kaldırmak zor…
CHP hangi
nartinin devamı?
ÖZLERlMl dünyaya açtığımda lttiGthat-Terakki Fırkası “tarih” olmuş
u. Muhteris Enver’in telefoncu TaIât’a, paşa Cema|’in Kara Kemal’e, hepsinin birbirine yaptıklarını kitaplardan
öğrendim.
Gözlerimi siyasete açtığımda CHP’
yi gördüm. “TekıParti” olmasa bile,
üçün biri olarak… lttihat-Terakkf geleneğinin olanca hızıyla devamını izledim.
Ismail Cem 1980 sonrası solunu
eleştirmiş… “Redd-i miras yapmak zorunda ız…” demiş, “Kendimizi ileyem ik, eni kuşak bizde yenıyi arıluyor…”
Cem haklı…
“Antikadır, ata yadigârıdır, tarih mirasıdır!” diye, lttihat-Terakki partisi Edirne kolunun başının oturduğu sandalyeyi, CHP’li Edirne belediye başkanları,
makam koltuğu olarak kullanmaya devam ediyor. Başka ne olur? Tarih* mirası
devam ettirmekten gayrı…
Kahveci’nin_
Son Vaslvell
2 EKİM 1992 tarihli Hürriyet’te bir
2 aber vardı. “Diplomalı Çete”…
Habere göre, mali polis sahtecilik
masası ekipleri, Kadıköy Kuşdili’ndeki bir
turizm şirketini basmış, sahte vize, tapu
belgesi ve lise diploması veren beş kişiyi
suçüstü yakalamışlardı. Yakalananlardan
biri de Kandilli ilkokulu müdürüydü.
Kandilli llkokulu Derneği fahri” başkanı Cevat Yaltıraklrdan bir mektup aldım.
Haberin gazetede çıktığı gün harekete
geçmiş, aralarında Adnan Kahveci’nin de
bulunduğu 8 milletvekiline (4’ü Devlet
Bakanı) iadeli-taahhütlü mektup gönde- ‘
rerek okulun alnına çalınan karanın temizlenmesini istemiş…
P1`I”nin azıcık gecikmeli servisiyle,
ölümünden iki gün sonra, bir tek Kahve
ci’den cevap gelmiş… “Kahveci’nin Son .
Vasiyeti” olarak, Köksal Toptan’a ihtafımdır. _
“Kandilli llkokulu Müdürü Bedri Çiçekçi hakkında bana gönderdiğiniz yazıları aldım. Ben de şaşırdım. Eğer, mektubunuzda belirttiğiniz hususlar gerçek ise,
ben de bu kişinin hâlâ müdürlük görevinde niçin oturduğunu merak ediyorum. Yalnız, mektubunuzda belirtti’iniz
Bedri Çiçekçi ile gazete kupürlerınde
gördü””m Bedri Çiçek aynı soyadını taşımama dır. Benim tahminim, Milf Eğitim Bakanlığı sizin bu şikayetiniz üzerine
mutlaka bir müfettişi görevlendinniştir.
Yine de, bu konuyu Mill^ Eğitim Bakanı’na ileteceğim. Ondan ne gibi bir işlem
yaptığını soracağım… Saygılarımla, Adnan Kahveci…”
TURGUTÖZALSÜLEYMANDEMİREL
ı İREKLERARASI” kültürüm
D hiç olmadı, ama, ikiniz
konuşup atıştıkça,
HşekâHla Kavuldu geliyor aklıma…
Daha fazla yorum yapmayacağım,
çünkü, mahkemeye çağrılmaktan
sıtkım sıyrılmaya başladı.
. “iyi
nefret
etmeyi
bilen
adamı çok severim…”
(Samuel Johnson. 1771)