Olur böyle vak’alar, işportacı sopalar!

Kurlhcın F SEK

olur böyle vakalar, isııortacı sanalar!

İZİM zamanımızda belediye zabıtası sertti, cebermttu, acımasız
dı, mahall* otoriteyi temsil ederdi.
“Çek arabam!” diye bağırdığı zaman, sebze-meyve dolu çekçeklerini
çekerdi seyyar esnaf… Ne kadar simit,
ciklet, yakalara balina satan 8-10 yaşında bebe varsa,
hepsi kovalanır,
yakalanır, pataklanır, müsadere edilen tablalanyla beraber arkası açık.

zabıta kamyoneti- ız, dışane tıkıştırılır, nya, ‘ın önü”meçhûl bir isti- ne çı ı. Hilafsız
kâmete” götürü- 20 işportacı tezlürdü. gâhı vardı, irsali
Sonra? yesiz, faturasız

Sonra, çocuk mallar onların üsve boş tablası ser- tünde di. Biz
best bırakılır, cik- son ‘ ‘k,
Ietler zabıta tara- arkadaşlar durufından cak-cak 0 ma müdahale et
çiğnenir, simitler paylaşılıp afiyetle mideye indirilirdi.

_Devir değişti.
Önümde duran “Bir Zabıta Memuru” imzalı okuyucu mektubuna
bakılırsa, Ankara’nın göbeği Kızılay’da, onun göbeği Onur Pasajı’nın
önünde, işportacılar bir olmuşlar,_belediye zabıtalarını dövmüşler… lyisi
mi, mektubu okuyalım…

i**

“Geçen hafta ihbar üzerine Onur
Pasairndaki mağazalardan birine baskın yaptık. Triko satan bir mağazaydı.
Deposunda 35 koli, sevk irsaliyesiz,

faturası: mal bulduk. Zabıt tutmaya

kalkşınca, mîannın sahibi, mallann
Bursa’daki ç büyük bir iplik fabrikasından, çok yülcek yerlerden geldiğini söyledi, ‘Paçanız sıkıyorsa işlem
mis’ dehdnlşaflara baktıkîkoğiadıellad
rın ıç ıı1 mağazanın ez rında, raflarında,
vitrininde ok…
sahıbinin
rahatlığına, küstahlığına anlam
veremeyen iki

mek istemiş, işportacılardan dayak
yemiş… Durumu amirlerimize bildirdik, hiç bir şe çıkmadı. ‘Sulh olun’
diye talimat gekli…”

**i

İmzasız ihbar mektuplarını sevmem,-ama, çöpe de atmam…

KDV’si (ve öbür vergileri) “dışında”, mal pazarlayan mağaza sahibinin, bu işte 86 işportacı çalıştırdığı
doğru mu? Çok daha önemlisi, mal
nereden geliyor, niye “en ziyade müsaadeye mazhar” muamelesi görüyor? Istanbul Mahmutpaşa’da aynı
tezgâhın organizatörü kim?

HOLLANDNDA TÜRK’E NAZl vAı-ışEn.

BUNLAR .
HOLLAüßA` HIM

w

,f
/

Tuvalet ‘terbiyesi

NTALYA devlet hastanesinin başA hekimi Dr. Hasan Doyduk, ıoo

milyona kıymış, kırık, dökük, tıkalı bütün tuvaletleri elden geçirip pırıl
pırıl yapmış… Yetrnemi , özürlülerle
ameliyatlılar da rahat çıkabilsin diye,
alaturkaların hepsini alafrangaya çevir
mış…

Iki ayda harabeye dönmüş tuvaletler… Son çare, beş maddelik bir genelge yayınlayıp tuvalet duvarlarına kendi
elleriyle yapıştırrnış…

0 Tuvaletin üzerine çıkmak kesinlikle yasaktır!
9 Tuvaletin kapağını kaldırmadan
ayakta işemeyiniz!

9 Tuvaletin içine kesinlikle bez, pamuk ve naylon gibi şeyler atmayınız!

0 Tuvaleti kullanmadan önce sifonu çekiniz, işiniz bittikten sonra yine sifonu çekiniz, mutlaka fırça ı kullanınız!

6 Burasını nasıl bulma istiyorsanız
öyle bırakınızl

Dinleyen kim_?_ Hor kullanmaya,
tahribata devam! Ustelik, duvar yazılarına bakılırsa, tepki var. Yurdun dört bir
yanından, dış temsilciliklerimizden,
gurbet ellerinden, yavruvatan Kıbrıs’tan
ve Türk cumhuriyetlerinden tanıdığımız
“Tosun” hastanede şube açmış, “Tuvalet kullanmayı senden mi öğreneceğiz?” diye başhekimliğe imzasız mek
tuplar yağmaya başlamış…

Sigortaları atmaya başlayan başhekime, Napolyon’dan naklen, bir çift sözüm var: “Etmeyi bilmeyene yaranamazsın, bir… Her ‘ diğini zannedene yarananıazsın,ı E..”

Ceviş getirerek devamlı yerinde otu
_ran Brahrnan inekleriyle her gördüğüne saldıran boğalannın çiftleştirilerek Türkiye’nin “etobur ülkeler” sınıfına ginnesi için hazırlanan projenin
sana ait olduğunu yazmıştım. Açıklama göndermişsin… Proje senin değilmiş, başkalarından duyrnuşsun, Türkiye’ye tavsiye etmişsin… Söylediklerinin devamı var: ” rıelderle,

o ran
uğrasaağına. boş tu os bi*
ceklerine bak! Bu
âlet olma! Elektrikli sandalyeye kendin otuncezaveotırmıasüıesirıisen
belirle?’ Arap’ın derdi kırmızı pabuç,
Lâz’ınki Brangus kımıası… Türkiye’nin
başka derdi yok galiba… Oturmuyo
rum! Sen yine otur.

_’w__..:_…g
sağlıklı olmali
ciddiyet Ister

MERlKA’da FDA diye bir kuruluş
A var. Tam tercümesiyle, Gıda ve
llaç Yönetimi… 1928 yılında kurulmuş, neredeyse yetmiş yıldır harılharıl çalışıyor. _ *
Amerika’da AMA diye bir kuruluş
var. Tam tercümesiyle, Amerika Tıp
Birliği… Doktorların dediğine göre,
dünyanın en tutucu (ve hatta gerici) kuruluşu… ‘
Birleştikleri bir var. Halkın sağ
lığını korumak !Tam
bir işbirliği var araların a. Kanseri, astı
mı, ilaçla tedaviye gelmeyen bilcümle
hastalıkları tedavi ettiğini iddia edenlere

savaş açmış durumdalar… Yani, zak-`_
kumla kanseri, potasyumla astımı iyileş
tirdiğini söyleyenler, doktorsa sonışturma açıyor, lokman hekimse (aktar)
mahkemeye gidiyorlar. Anlaşmaya varmışlar, silikonlu memepopo takviyesi
ne, vantuzla popo-göbek yağ emmeleri- .

ne karşı çıkmışlar şimdi de… Raslantı tuhaf, Türkiye’nin gündemine uygun, radyasyonun çoğunun zarar, azının karar
olduğu sonucuna varrnışlar…
Yaşamaya bakın! Sigara paketlerinin üstündeki yazıyı biraz tahrif etmek
pahasına, “Doktorlara Güvenmek
sağlığınıza Zararlı Olabilir!”

Iltak hit’ acıklama

ÂVURLARIN “güzel, merha
( metli ölüm” tabir ettikleri “ö
nazi” konusunda yazdıklarım

ok tepki çekti. “Anan, bacın, baban,

kardeşin, ne kadar yakının varsa hepsi

kanserden sürünür inşallah!” diyen
mektuplar geldi.

Ama, yazılardan birinin girişinde
Dr. Alp Reel’den söz etmiştim… Ankaralı Cavit Hünerklen gelen mektubun
son bölümünü yayınlıyorum.

“Askerliğini Yassıada’da asteğmen
olarak ya n Alp Reel, bir punduna
getirip, A nan Menderes’in kıçına tek’me atma şerefine (l) sahip olmuştu. As›kerlikten sonra, röntgen filmi çekerken, izolesi soyulmuş 20.000 volt cere
anlı makineye ait kablonun üstüne
ıiaşOverek göklere çıkardığınız kişi,
a ı ‘ i…”
yn”Alp Reel” semboliktir. Yaşamaya
azmetmiş _insanları yaşatmak hekimin
görevidir. Olmek isteseler de, hastanın
ölmeye, doktorun öldürmeye hakkı
yoktur. Dediğiniz doğruysa, “errıir-lcomuta zinciri” içinde, kimsenin o dediğinizi yapmaya da hakkı yoktur. Ama,
hesabının, ahirette değil, dünyada sorulması gerekir.

“A ç.. _, “Fuhuş, mut suz kadınlar
` tarafından se
vimsiz erkeklere sunulan rnecbûrî bir hizmetll”-~-” (Robert Goldsborough, 1986)