Türkiye’de ağız kulak irtibatı

_ delik var.

fitloîslýîğzéimgêıîßı

‘Kurthan FISEK

Türkiye’de ağız-ııuıaıi irtilıatı

VlNlZİN telefonu çaldı. Ahizeyi
kaldırdınız, kulağınıza götürdünüz, muhabbet ettiniz, kapattınız.
Ya ahizeyi kaldırırken, ya yerine
koyduktan sonra, ağız tarafında kaç,
kulak tarafında kaç “delik” olduğuna
dikkat ettiniz mi? Kırk yıldır telefon
kullanırım, ben dikkat etmemiştim.
Ahizenin kulak
tarafında altı, ağız

tarafında otuz altı ALOOOQ

CIKAMl

i

***k
Dünyanın en
saçma-sapan (bizdeki tabiriyle

Uyur?”

Balıklar de- `
vamlı uyurmuş… Gözleri, göz kapakları hiç kapanmadan, bazı insanlar nasıl ayakta uyuyorsa (gün boyu), balıklar da gözleri açık vaziyette ‘fşekerleme” yaparmış… ` »

Balıkların istirahat şekillerini böylece öğrendikten sonra, telefon ahizelerinin ağız kısımlarının neden çok delikli, kulak kısımlarının neden az delikli olduklarıyla ilgili “bilgi edinme”
faslına geçtim. .

“Konuşan kişinin daha iyi duyul
. AĞZNDAN
KULASIM DUVSI-Ißn
ması için, a ınlahizeye mümkün ol
* duğunca y ın olması gerekir…” di
yor Feldman (ve PTF), ”lkudakların
ahizeden uzaklaştı ı her santimetre,
ulaşan sesin üç desı düşmesine sebep olur. Ama, tuhaf bir refleks, kendinize bakın, ahizenin üst tarafı kula_ğa yapışık, alt tarafı ağıza uzaktır.

4 Karşı tarafın söylediği duyulsun
diye herkes ahizeyı kulağına yapıştınyor, ‘nasıl olsa
duyarlar’ vurdumduymazlığı ve
dinlemez iğiyle,

“ahiret”) soruları- &%53 tu
nı soran David
‘ Fe|dman’ın bir ki- V ***

tabı var önümde… Herkes her şeAdı, “Balıklar yi öğrenmeye me
Ne Zaman raklı… Telefon

teknolojisinin
azizlikleri yüzün
den, kulağını kapıya, ahizeye yapıştırı- ı

yor.

Ama, “Herkes benden korkar, it
‘bi titrer, ‘abi’ der, dediğimi mutlaka
uyar” mantığıyla, oynattığı dudakla
rından çıkan seslerin (telefon teknolo
jisine inat!) duyulacağını varsaymakla

iş bitmiyor. . v
Kulakla dil arasında (en kısa ileti
şim mesafesi) bu kadar farklılık varsa,

“gamından gonuşanlaı” ne yapsın?
Nasıl soyut yazı ama?

ütanaziıle i

İslâmî boyut

° Kl mektup var önümde… Birbirlerine taban tabana zıt… Istanbul’dan geliyor ilki… “Yanlış düşü
nüyorsunuz… Hasta dayanılmaz acılar içinde, ölece“

Kendisi biliyor, ai esi biliyor, doktoru

biliyor. O insanın yaşaması, yaşatıl
maya çalışılması işkencedir…” ‘

ikincisi Konya’dan… y

“Yazınız elsik, hem de çok eksik…
Doktorun hastasını Öldürmesi veya
kendisinin, ailesinin rızasıyla ölüme
terk etmesi lslânı” kurallara aykındır.
Allah insana (anı emanet verir, uygun
gördüğü zaman geri alır. Başkasının
canını alan katildir, dünya kurall la
yarElanır. Kendi canını almaya ka kışan rın, intihar edenlerin cenaze namazı kılınmaz… Derdi veren Allah
devâsını da yaratır, sabretsinler, beklesinler…”

Ben yaşamaktan, yaşatılmaktan yanayım…

Bürokrattan
al haberi!

AKLIMDA yanlış kalmadıysa,
Amasyaspor diye bir takım Türkiye
Iiglerinde oynamadı. Elması meşhurdur, futbolcusu çıkmadı.

Dalgalı saçlı, son zamanlarda
“matruş” çehreli, kısa-orta arası
boylu, SHP’li sanayi-ticaret Bakanı Tahir Köse, bakanlığına bağlı bütün üst
bürokratları toplayıp makine-kimya’nın (MKEK) kapalı spor salonunda
top oynamış… Oynadığı takım 15-2
kazanmış, bakanın kaleyi gördüğü an
attığı her şut gol olmuş… Karşı tarafın
kalecisi hep ters tarafa atlamış, bakanın ayağına top gelince müdafaa aksi
istikamete seyirtmiş…

Kabinede revizyon olacağı yok,
ama, kazâra olursa, Tahir Köse’nin yeri garanti… Burası Ankara… Askerde
yazıcıdan, bürokraside memurdan al
haberi…

ini herkes biliyor. ı

“Siyasî yalanlar gerçek hayata
ters düşmekle kalmaz, kendi
aralarında da it dalaşına
girerler…”

(Daniel Webster, 1851)

t “kan grubu”

Zl.U sulardan (deniz) sorumlu

l devlet bakanı İbrahim Tez guatr

ameliyatı oldu. Ankara belediye

hastanesindeý. Herkeste bir panik…

Çiçek gönderecekler, yerini bilen

yok… Uğrayacaklar, herkeste “ara sokaklarda kaybolma” korkusu…

Sağlık sektörünü biraz iyi tanırım.
“Dertlenmeyinm” dedim, “Belediye
iyiyse, hastanesi de iyidir. Şovlan yoktur, kazı-kazanlan, vantuzla yağ emmeleri, anh-şanlı magazine! doktoılan

yoktur, işlerini ustaca yaparlar. Göz*

açıp kapayıncaya kadar Tez’in soğuk
nodülünü alırlar…”
Oldu da bitti maşallah! _
Girmesiyle çıkması bir oldu bakanın… Aslında, basit bir ameliyat değildi. Kanser teşhisinin erken olmasına
rağmen, ya tembelliğinden, ya korkusundan, ya az zamanda çok iş yapmak (500 günde) sevdasından, ameliyatı erteledikçe ertelemişti.
Biraz daha gecikseydi terminal
kansere dönüşebilirdi vaziyetler…
Neyse, ameliyatın ilk hayrı, Tez’in
sağlığına kavuşması oldu. İkinci hayn,
kan grubunu öğrendi. Narkoza ginneden hemen ewel, “Vallaaa, bu yaşıma
geldim, kan gnıbumu bilmiyordum…”
demiş, “Allah razı olsun, evlenebilirim, çoluk-çocuğa ‘kan uyuşmazlığı’
korkusu olnıadan karışabilirim…”
Tabii, müzmin bekârdır kendisi,
müstakbel eşinin kan grubunu, bir
zahmet, önceden öğrenirse…

KU RTHAN FIŞEK

On sekiz kişiyi kıtır kıtır doğrayan
katilin kanlı baltasıyla beraber
karakola teslim olduğu günler
geride kaldı. Suçların düşünülerek,
çok önceden ayrıntılarıyla ç
tasarlanarak işlendiği günler artık
yok… “Olur böyle vakalar, Türk
polisi yakalar” tekerlemesi ağır
çalışmaya başladı. Ama, emniyet
hızlı çalıştı, dünkü elektrikli
şandalyenin tepkisi çabuk geldi.
Ismet Sezgin haber yollamış…
“İşimiz başımızdan aşkın,
burnumuzdan soluyoruz, her
tarafa yetişmeye çalışıyoruz.
Yazlık evinin ısına polis, bekçi
diken içişleri ının kuyruğıma
teneke bağlanan..” Doğru söze ne
denir? Koltuğun misafiri bugün _
benim.,