Bu partiye vurmayın, acıyın!”

‘Bu partiye vurmavın,

ş . (Bülent Ecevit, 7976)
U bizim meşhur “Şırnak Olayları” patladığında SHP koalis
dyon ortağı olmasaydı, babanın

Kurthan FISEK

acıvın!”*’y

Bakanı Nurettin Ok geldi, taş ve karpuz kabuğu ya uruna tutuldu. Aynı gün orada o an Deniz Baykal, çılgınca tezahürat arasında, omuzlarda

i tabiriyle, “gökkubbe hüküme- taşındı…”
tin başına yıkı|ırdı…” Peki, sonra?
Gökkubbe yerinde kaldı, varta at- “O zamanın AP’Iisî Çallı sinirlenIatıldı, belki ders , , di bunlara… Hüalındı (inşallah), KADAS !Hall-tin kümet aıeyhıarı

belki alınmadı (fesüphanallah),

Arıt-zmn Pm’ Dgttlugaültâulğülßfml/

gösteriyi organize etmekle suç
ölen ölüsüyle, ka- ladı beni… _Yalnız
Ian dirisiyle baş beni değil, bebaşa kaldı. nimle beraber _1_8
Sonra da unu- – arkadaşımı… Uç
tulup gitti her l 4 (glün tutuklu kalşey… ‘ ık, serbest bıraTıpkı, SHP’nin kıldık, ama bu
0 meşhur “Kürt sefer, hükümetin
Rapom” gibi… manevî şahsiyetiTıpkı, o raporu ne hakaretten
hazırlayanlardan agır cezada yarSHP Hakkâri eski gı andık…”
milletvekili Cumhur Keskin gibi… Eeeee! Artık gadede geln_
i’ t *k “televizyondan izledim geçenler
Dün de yazmıştım. Seçim kaybettiği için uzun boylu üzgün değil Keskin… Tek derdi, CHP’nin yetmişe yakın yıllık tarihinin ayrılmaz parçası,
mütemmim cüzü olan vefasızlık, kadirbilmezlik…

Durup dump zaman tüneline giriyor, 1976 yılına dönüyor.

“1976 yılında Hakkârrde CHP il
başkanıydım… Kentin ANAP’tan seçilen şimdiki beled’ e başkanı Şükrü
Çallı AP’nin başın aydı. .Günün birinde, M.C. iktidarının Imar-lskân

de… Giri çıkmadı ı ikalma an
Naci Cidlall ara bulğıulğrtörkeınliybir
törenle CHP’ye geçti Ç ı… Kürt Raporu’nda imzam var diye tuhaf, kötü
bakıyorlar bana… Cidal’ın da, Çallı’nın da hayrını görsünler…”
Aaminnn! r

H Ecevit’in ”bu parti” dediği, yazıda CHP, SHP veya DSP gibi müstear
isimlerle geçen kuruluşlar tamamen
sembolik olup, mevcut hakikî veya
hükmî partilerle ilgisizdir.

«
ısışsrü

EY RUH!..
GELDIYSEN
3 DEFA vuR..

y o
Aşığım

Bakan olmak
“ZOI” çamaşır”

AKAN oldun mu, bir elin yağ
da, öbürü balda… Altta lüks

araba, arabanın önüyle arkasında kırmızı plaka, traûk polisleri alesta,
misafir. gani, çay-kahve avanta, özel
kalem müdürleri, koruma polisleri,
sekreterler gırla…

Ben hep öyle zannederdim, siz
zannetrneye devam edin… Pabuç ters
ayakta… Muharrem Sarıkaya arkadaşımız anlattı. ‘

“Çok önemli bir haberin inde dim, saat geceyarısını geçmişti. M met Kahraman’ı bulmak zorundaydım. Telefon rehberini açıp sayın insan
hakları bakanımızın ev numarasını,
490 41 l4’ü buldum. Çevirdim. Karşıma çok kibar bir bey çıktı. ‘Alo’ bıle
demeden, ‘Ozür dilerim efendim, burası sayın bakanımın evi değil, numara
değişeli bir ay oldu’ dedi…”

Gazetecilik merakı, _”Ç0k mu aranıyorsunuz?” diye sormuş Muharrem…
Bir vur, bin ah dinle…

“Aman beyefendiciğim, inanın,
sabahın beşirı e Imaya başlıyor telefon… Yine sabalın üçüne, dördüne
kadar çalmaya devam ediyor. Arada
iki-üç saat uyuyabilirsem ne âlâ… Telefonun değiştiğini söylemeye bile

ray bıraknııyorlar. Işkenceydi, kayıp-
ardı, anlatıyorlar…”

zor, Diyarbakırlı olmak daha zor… Hele, telefon emanet olursa…

Insan haklarından sorumlu olmak ~

“k”
(başbakan) yaptığın o Almanya’ya
ilk Türk’leri, birinci dünya savaşı
sırasında, Enver Paşa göndermişti.
Bir kısmı döndü, çoğu kaldı.

Kalanlara ne oldu? Programlar
sırasında, Yahudi avcılığının en
kolay, en kestirme çaresi, erkeklerin
donunu indirip sünnetli olup
olmadıklarına bakmak olduğu için,
çok miktarda Türk okka altına (ve
fırına) gitti. Biliyorum, iki metreye
yaklaşan boyda bir insanın, iki
numaralı şapkasıyla kırk sekiz
numaralı pabucu arasında
“entellektüel irtiba ” kurmak
zordur, ama Almanya’nın hangi
etnik mirasla yaşadığını, “etnilsiz”
nereye kadar gidebi eceğini kazara
anlarsan, Almanya’yı da kurtarırsın,
kendini de… Yakılanların

~ Portakal’a a

AMSUN büromuzun (hha) bir
S haberi vardı geçenlerde… Son

15 yılda meydana gelen 45 “öldürme ve yaralama” olayında kullanılan 58 adet “kanlı balta”, davalar
nihayet karara bağlandığı için, Samsun_adlî emanet deposundan çıkartılıp Millî Emlak Müdürlüğü’ne teslim
edilmiş, “millî servet” muamelesi
görerek demirbaşa yazılmış… Mevcut mevzuata göre, kamu kuruluşlarında kullanılabilecekleri gibi, “açık
artırma yoluyla satılmaları mümkünmüş…

“Antika eşya ve al konuttan
sonra, bizim Raflî Po ‘a yeni bir
iş sahası daha açıldı!” demeye tam
hazırlanıyordum, Nadir Verid’in
(Adana-hha) bir haberi ilişti gözüme…

Adanalı Nimet Yaramış, 1980 yılında “silahlı p” sonucu çalınan
dört burma bi eziğini (altın) geri alabilmek için mahkemeye gitmeye karar vermiş… Ne var bunda? Çok şey
var. Iki yüz gram ağırlığındaki bilezikler on iki yıldır Adana ,Adliyesi
emanetindeymiş.. Daha matrağı, silahlı soygundan iki gün sonra yakalanan gaspçı, ceza süresini doldurduğundan, iki ay ewel tahliye edilmiş..

Yorumsuzdur.

Hükümetin
birinci yılı

OALİSYON birinci yılını dol
durdu, hayırlı-uğurlu olsun…

Pastalar kesildi, şampanyalar
patladı, ziyade olsun…

Laf aramızda, güzel de nutuklar
patlatıldı, gazetelerin manşetlerine
hepsi yansıdı. Emeklilerin gözü Demirel’deymiş;.. Memurların gözü de
ondaymış… Pancar üreticileri, Erzincan depremzedeleri, bilcümle işverenler onun gözünün içine bakarmış… Daha önemlisi (ve vahimi), ayçiçeği ve fındık üreticileri, “Gözünün
yağını i elim babacımm, şu bizim
tri onu alacaklarımızı versene!”
der ermiş… .

Göz, göz, göz… Göz aşağı, göz
yukarı… Göze getireceleiniz garibimı… .

cenazesine bekleriz…

“sanattan söz ederken ‘ben’,
bilimden konuşurken ‘biz’ diye lafa
girilir…” ‘

(Max Delbruck, 1949)