Ete havhav, ota mırmır!
Kurlhan F SEK
Ete havhav, ota mırmır!
OMA hukuku, dünya hukuklaRrının en acımasızı, en hak tanı
mazıydı. Feministler duymasın, kadınlar kocalarının tapulu maIıydı. Koca istedi mi, karısını (ve ondan olan çocuklarını) satabilir, hatta
öldürebilirdi.
Vahşetinin, acımazlığının zirvesine |ustinianus’la (M.S. 529) çıktı Roma hukuku… Devleti putlaştırdı, ferman buyurdu:
“En yüce kanun
devletin güvenliği, tek vazgeçilmez hak devletin ‘
herkese, her şeye
karşı korunmasıdır…”
*t*
Kimsealınmasın, ama, bizim
mühendis-doktor
nin “CMUK” dediği, DYP’nin koalisyon ortağına “MCUK” yaptığı
bir mesele var. Ceza Muhakemeleri
Usûlü Kanunu’nun yenilenmesi,
çağ atlaması…
Ne kadar becerilir, başarılır, bilmem, ama, 24 saate sorguların sığdırılması, eskiden olduğunun aksine
aylar, yıllar uzatılmaması sayesinde
çağ atlayacakmışız… _ _
‘ Iyi, atlayalım,
ama, babanın
ayakları (ve ayak
takımı) sürüyor.
Mühendis hesabında hepsi… Ha
24 saat, ha 24
gün… Ebediyet
( s 0 n s u z l u k)
önünde onca az
zamanın ne anlamı, ne önemi
var?
takımı hukuktan, arda] Bey susiktisattan pek an- kun, şaşkın, çünIamaz… “Ben kü, müsbet bi
hukuktan anla
mam, iktisattan anlamam…” diye
söze girip, yirmi yedi sene, hem
âkonomiye, hem hukuka hükmeer.
Onların bilimsel bilgisi yetmezse
ne gam? “Se ı e” sınıfında, adı üstünde, kılıç- a kan ne güne duruyor?
. i’ ‘k ‘A’
Türkiye’nin gündeminde, SHP’
Iimciler gibi, Roma’yı yeniden keşfediyor. “Devlet”
(olağanüstü hâl) denilince esas duruşa geçiyor, “insan” (CMUK) denilince arazi oluyor, sık çalılıklara
doğru seyirtiyor.
Erdal Bey duymasın, ama, çok
yakınlarından biri benzetti. “Sayın
Inönü duymasın, ama, kendisiyle
E.T. arasında çok önemli bir ortak
payda var. İkisi de evine döndü!”
OLAĞANÜSTÜ HAL OYl.AMASl YAPILDI
Bîêîlğşâ
u ı. .
EANÜSTU HALLE DE
sı iLGİLEMSEMiZ-n
l i:
senım’ın
sert sesi…
NKARA’nın kulağı deliktir, İs
tanbul’da ne konuşulsa hem_en
duyar, kendine `göre yontup
meraklı komşu kulaklara hemen aktarır.
Gazetelerde çıktıydı. Cumhurbey
Tu ut Ozal ewelki gecelerden birin e ‘Istanbul’a gitmiş, yemek yemiş… Çırağan Oteli’nde, bazı ANAP
milletvekilleri ve Seçmece işadamlarıyla… “Ben niye çağrılmadım?” diye
yüksünen, gücenen olmasın, davetlilerin ortak özelliği, bir yıl kadar önce
cumhurbeyle beraber Yeni Zelanda’ya gitmeleriymiş… Her ayın belli
gününde, o ziyaretin aydönümünü
kutlarlarmış… _
Neyse, Çırağan’ın Tuğra salonundaki yemeğe, Yozgat’tan Lütfullah
Kayalar, lstanbul’dan Fevzi lşbaşaran, TBMM başkanvekiliğini temsilen Yılmaz Hoca lu, Giresun’dan
Rasim Zaimoğlu, sa ık (ve sakıt) siya_sîlerden Cüneyt Canver katılmış…
işadamlarından Halis Toprak, Muharrem Eskiyapan, Hüsnü Bayraktar,
MNG (Mehmet Nazif Günal) varmış…
Semranım hiç konuşmamış yemek boyunca… Konuşunca sesi boğuk çıkmış, duyulmamış… “Geçmiş
olsun efendim!” demiş MNG,
“Uşüttünüz mü?” __
Cumhurbey gimıiş araya… “Uşütmedi, ne zaman ağzımı açsam azarlıyor. Bana ba mıaktan kısıldı…”
Yorumsuz ur.
“Görüşleri aslâ değişmeyen iki
zümre vardır. Aptallar ve ölüler…”
(James Lowell, 1883)
du. “Yaawv abicim,
BDÜLBAKİ TUĞ Yirmi yıl önce, bu zamanlar,
A12 Mart sıkıyönetimin en sıkı savcısıydın… Biz. i se, aynı tarihlerde, Ankara’nın Keçikıran tepesin- ‘
deki Mamak Radyoevi’nde, Albay Y.S. yönetimin
deki _Yurttan Sesler K0rosu’nun misafir sanatçılarıydık. lddianameni yazman için cezaevlerinde iOl 1 ay bekleyen, ilk celsede ya beraat eden, ya tahliye edilen bir sürü insan olhemen çıkacaklar da ne olacak, biraz daha yatsınlar!”
diye CMUK’u “şahince” engellemeni o yüzden yadırgamıyorum. Babanın
değiştiği söyleniyor, sen hiç değilse değişmedin, aynı kaldın, tutarlısın… Onun
için, elektrikli sandalye yerıne, EE-8 manyetolu telefona alalım seni…
seıılıi vanlryı
nasıl IIİIİISİIIİZ? i
NKARA’nın “temiz hava şehri”
OR-AN’ı, memleket siyasetini
yönlendirenlerin o daimî ikametgâhını mimar vki Vanlı yarattı.
Gerçi Cezayir’e o impiyat köyü kurmaya kalktı, beceremedi, ama, olsun,
Ankara’ya 40 kilometre uzakta bir
“çiftlik” kurdu onun yerine… Çiftlikte
ne isterseniz var. Golf sahaları, tenis
sahaları, saunalar, aklınıza ne gelirse… ı
Ama, atsız çiftlik olmaz… At piyasasının (eskiden ”hergele meydanı”
derlerdi) ünlü isimlerinden Halis Kökbudak’la, at başı altı buçuk milyona,
altı ata anlaştı. Atlar geldi, indirildi,
gelmek var, dönmek yok, “Sekiz ay
talşide bağlayalım!” dedi Vanlı… `
lyi mimardır Vanlı… Ama, attan
anlamaz… Püsküllü tarafını burnu,
sivri tarafını kuyruğu zanneder. “Sucuk yapsam daha çok para kazanırım!” kelâmını buyurdu.
At binmeye giderseniz, ya eşek bulursunuz orada, ya katır…
Ya öyle, ya sahanda sucuklu yumurta…
Aman avcı
vurma teli
‘nin derdi başından aşkın… Eski
genel müdürü yolsuzluktan yargılanıyor, yenisinin asâleten tayini
aylardır çıkmadı, kablo-TV’nin paraları
alındı, kabloları bağlanmıyor, mektupların yerine varmasını kim takar?
Şimdi bir başka dert çıkmış başlarına… Avcılar…
Kütahya’nın Simav’ından Naim
‘ Göncü (hha) kardeşimiz haberi geçti.
ilçenin PTI’ müdürü, telefon tellerinin
“nişangâh” olarak kullanılmasından
bezmiş… “Ya tellere tünemiş kuşlara,
a tellerin kendilerine ateş ediyorarl” diye sızlanıyormuş, “En son olarak Muradınlar kasabasıyla irtibatımız kesildi. Ekipler ‘tti, ya kurşun, ya
saçma yüzünden te er Te efon konuşması yapmak ısteyen varsa,
‘Aman avcı, vurma beni’ ‘şarkısını tepk çekerken mırıldansın, endine geir…”