Avrupa’yı 546 yıl önce keşfetmiştik dönmek için niye uğraşıyoruz (2)

&eyw-EQ;

KURTHAN FİŞEK

AVRUPNYI 546 vıı. öNcE KEŞFETMİŞTİK
DÖNMEK içiN NİYE UĞRAŞIYORUZ (2)

AGlT toplantısı yaklaşırken, Avrupa’ya ne
kadar yaklaştığımızı soruyordum kendi kendime…

İstanbul’u aldıktan sonra, daha da batıya,
Roma’ya, Paris’e, Viyana’yı Londra’ya gidecekti Fatih…

Kurmayı düşlediği Cihan İmparatorluğu
topraklarına oraları da katacaktı.

Olmadı. Ömrü yetmedi buna…

Şarka mı, yoksa garba mı gideceğinin kararsızlığı içinde hiçbir yere gitmeyen İkinci
Beyazıt’tan sonra tahta çıkan Yavuz Sultan Selim, Osmanlı ordularının ilerleyiş yönünü şarka çevirdi.

Londra, Roma, Paris ve Viyana’yı beklerken, Merc-i Dabık ve Ridaniye operasyonlanyla, Suriye, Filistin ve Mısır katıldı Osmanlı
topraklanna…

***k

Osmanlı İmparatorluğu, tekrar ne zaman
batıya yöneldi?

Fütuhat için değil de, “resmi ziyaret” için
yurtdışına çıkan ilk padişahımız Abdülaziz,
Viyana’yı görünce çok şaşırdı.

Modern şehirciliğin en önemli unsuru olan
Rinkstrasselerde gezindi.

Sokaklar pırıl pırıl, parklar yemyeşil, her

ÖLDÜRMEK İSTEYEN ZÃTEN ÖLDÜRÜR

taraf kuş cıvıltılan, vals nağmeleriyle doluydu.
Atası Yavuz Sultan Selim Han’ın bu Diyar-ı
Küffar’a devam etmeyip Diyar-ı Arab’a niye,
hangi akla hizmetle döndüğünü anlayamadı.

“Arkasını sağlama aldıktan sonra garba yönelmek niyetindeydi” diye yazar bazı tarihçiler, “Ama, hazır gelmişken, hazır almaya başlamrşken, ‘Bari tam alayım’ diye düşünmüş
olabilir…”

***k

Fatih Sultan Mehmet’in çizdiği rotada batıya devam etseydik ne olurdu?

Değişik dönemlerde Türkiye’ye gelen bir
Bellini “saray ressamı”, bir Donizetti “mızrka-i hümayun reisi” olabilirdi.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana’yı alışının, Prut’un düşman işgalinden kurtuluşunun, Atatürk’ün Londra’ya gelişinin bilmemkaçıncı yıldönümleririi kutluyor olabilirdik…

***k

İnsanın, var olmak için, karşılamak zorunda
olduğu üç temel ihtiyaç vardır. Bunlar, önem
sırasıyla, yemek, giyinmek ve barınmaktır.

Batılı mıyız?

Önce mutfaktan, yeme-içmeden söz edelim…

“Ulusal mutf ” çok anlamlı bir kavram

KATİLDEN BOL NE VAR BU DÜNYADA?

” ; Sevgili birdostumudaha öldürdüler.
_ . ş ”Uğurderkem Ahrrıeßtidelgittî
hmetikoruma istemedi. Uğu a rrtemedı.
i ölmeyi ş göze alan, herkes “Idûrûn . / v,
Ahmet’in, Uğur’un dostları ,iıar Yakınları;
akrabaları var., Birlikte `
ialarırr,`cieizağviırirleik

EH TempaI621I1999

a. 6

l
i

. Malatyalıydab/le _ ÄlilÂğcaJdiye ama amı.’ Ogıın- i’
, _ den sonra’, lıeıııatlaşlara, lıcrn tarih ldtaplanpai geçti bu ili. _ miz… Peki, meşhurdıır” ` . i’

. r
dır. “Değişik yemek zevk ve alışkanlıkları
olan etnik toplulukların oluşturdukları milletlerde, ‘ulusal mutfak”, yüzlerce yıllık oluşumlar sonunda ortaya çıkan bir sentezdir…”

Batıya gittik, nasıl gerçekleştirdik bu sentezi?

At sırtında uzun yolculuklar yapmaya alışkın bütün topluluklarda olduğu gibi, ilk Türk
boylarının da diyetleri et ve süte dayalıydı. At
terkesinde çemenle pişmiş pastırma, taze kıyılmış koyun, keçi ve sığır etinden bol baharatlı “tatar bifteği”, açıkta unutulan sütün
rastlantı sonucu mayalanmasıyla ortaya çıkan
yoğurt ve “fermente kısrak sütü” (kimiz),
ulusal mutfağımıza şarktan gelen ilk katkılardı.

***k

Arap-Acem ellerine sefer üstüne sefer düzenleyen ordulanmız, hâlâ kamp ateşi üzerinde kazığa geçirilmiş kuzu, koyun. oğlak ve sığır eti (şiş kebap) yemeyi sürdürüyorlardı.

Ama, egemen eğilim “garp-şark sentezi”
yönündeydi.

Donanmalarımızın göle çevirdikleri denizlerden çıkan bin türlü balık, dört iklimde yetişen sebze ve meyveler yer sofralanmıza birer
ikişer çıkmaya başlamıştı.

. ,yapa

Değişik etnik toplulukların sofraları arasında
da “yemek alışverişi” oluyordu. Amavufun ciğeri. Çerkes’in tavuğu. Rum’un turşusu, Rumeli’linin hamuru. Arab’ın lahmacunu bu alışveriş
sonucunda geldi sofralanmıza…

Osmanlı’nın ürettiği bütün ürün fazlalarının
aktığı İstanbul’a her yeni insan selinin girmesiyle. güzel güzel ilerliyordu “Ulusal mutfak” sentezi…

*t*

Batılılaşmak uğruna. “Mobilya Devrimi” bile yaptık…

Sakalını tıraş eden ilk padişah olduğu için
“Gâııır Padişah” diye anılan Il. Mahmut, kitap
okurken, yemek yerken iskemleye oturan ilk padişahımızdı. İskemleye oturup yer sofrasından
yemek yenmeyeceğine göre, önüne bir de
sek ayaklı masa çekmek gerekiyordu.

Gerçi “masa-iskemle” gavur icadıydı, ama,
0 güzelim mezeleri. dört mevsimin sebze ve
meyvelerini, çeşit çeşit içki kadehlerini, frenk-işi
haşlama ve buğulamaları genişlemesine yayıp

rahatça yemek için bire birdi.
Onu yaptı.
Haftaya devamını anlatınm… EI
DEVAM EDECEK…

Etnik problemi çözmeye azimli ve kararlı “bisürü” hükümet geçti Reşo’nun başından…
Devlet büyükleri GAP’rn otuz sekizinci
temelini atıyordu.

Kamuoyu araştırmasında Reşo’ya sordular. Cevaplar aktı.

“Neler hissediyorsun?”

”İyiyemm Kart fahişe gibi hissediyrem
kendimi…”

“Orospunun kartıyla tazesi arasında
sizce ne gibi farklar var?”

“Birine tutkal, öbürine vazelin kullanıyrler babo! ”

alır isiM sik işLEM

(Yeni Milletvekili Anagramlarınız)
NAZLI ILICAK
KALICI ZANLI

ABBAS BOZYEL
ABES YOBAZ

HiJsEYIN AKGÜL
EYı, LUKS GÜNAH

osMAN GAZI AKsoY
YOKSA, AZ MASON MU?
(“MU” Joker)

NAMIK KEMAL ATAHAN
AMA, MAKİNE HANTAL

MEHMET BATUK
HEM KEM, HEM TABUT
(“HEM” Joker)
_Is_MAIL aozoAG
oıs ız_A ZALIM BOĞA
(“12 A” Joker)
MEHMET AY
YATAY MEME
(“AY” Joker)

BASRI COŞKUN
SON “CAR-ıl” KUŞ
SÜLEYMAN COŞKUNER
YAMAN, NU, ŞEKER “SOLCU”

YILDIRIM AKKARABULUT

Bunamadığını biliyorum… Kendisi hukukçu ve

yüce meclis başkam, muhterem eşi anayasa mahkemesi aslî üyesi olan hiç kimse bunamaz…

Bunamaya hakkı yoktur.
Savcılıktan yazı geliyor. İade ediyorsun.
“Dokunulmazlığını kaldıramayız, çünkü, millet
vekili değildir…”

Savcı sanığın evine gidiyor.

Açıklama yapıyorsun… “Milletvekilidir…”
Bağımsız yargının üstüne çullanıyorlar.
Kıvırtıyorsun… “Galiba milletvekili değil…”
Beşinci mi, altıncı mı, yine bir açıklama… “Mil
letvekili galiba…”

Uzun koalisyon pazarlıklan sonunda seni TBMM

Başkanı seçtiren ANAPDAŞ’ların bile bu hâline
lüyor.

“Bizimkisini herkes anlıyor anlamasrna, ama, her
kes yanlış anlıyor…”

“Adam egşekse,

mal müdürü ne yapsın?”
(On dokuzuncu yüzyıl Anadolu atasözü)

(“A” Joker)

ÖLEN DOSTLARIMIN ANISINA, ÖLDÜRTENLERİN ANASINA…

Öldürülen gazetecilerin hepsi meslektaşım, büyüklerim, küçüklerim, arkadaşlarım…
inançlarını yiğitçe savımanlan, yazanları, söyleyenleri o yüzden öldürülenleri unutmuyorıız…

Unutmayacağız…

Tevfik Nevzad (Hizmet, 1905)

Hasan Fehmi Bey (Serbesti, 1909)

Ahmet Surrıim (Sada-yı Millet, 1910)

Zeki Bey (Şenrab, 1911)

Şair Hüseyin Kami (Alemdar, 1914)

Hasan Tahsin (Recep, 1914)

Silahçı Tahsin (Silah ve Bomba, 1916)

Hasan Tahsin (Hukuk-u Beşer, 1919)

Ali Kemal (Peyam-ı Sabah, 1922)

İştirakçi Hilmi (İştirak Medeniyet, 1922)

Hilcrnet Şevket (1930)

Sebahattin Ali (Marko Paşa, 1948)

Adem Yavuz (ANKA, 1974)

Ali İhsan Özgür (Politika, 1978)

Cengiz Polatkan (Haftasonu, 1978)

Abdi İpekçi (Milliyet, 1979) `

Ilhan Darendelioğlu (Ortadoğu, 1979)

Ümit Kaftancıoğlu (TRT ve Cumhuriyet, 1980)
İsmail Gerçeksöz (Ortadoğu, 1980)

Muzaffer Fevzioğlu (Hizmet, 1980)

Recai Ünal (Demokrat, 1980)

Mevlüt Işık (Türkiye, 1988)

Seracettin Müftüoğlu (Hürriyet, 1989)

Sami Başaran (Gazete, 1989)

Kamil Başaran (Gazete, 1989)

Çetin Emeç (Hürriyet, 1990)

Turan Dursun (2000’e Doğru ve Yüzyıl, 1990)
Mehmet Sait Erten (Azad-ı Denk, 1992)

Musa Anter (Özgür Gündem, 1992)
Bülent Ülkü (Körfefe Bakış, 1992)

Halit Güngen (2000’e Doğru, 1992)

Cengiz Altun (Yeni Ülke, 1992)

İzzet Kezer (Sabah, 1992)

Hafız Akdemir (Özgür Gündem, 1992)
Mecit Akgün (Yeni Ülke, 1992)

Çetin Ababay (Özgür Hal, 1992)

Yahya Orhan (Özgür Gündem, 1992)
Hüseyin Deniz (Özgür Gündem, 1992)
Yaşar Aktay (Serbesti, 1992)

Hatip Kapçak (Serbesti, 1992)

Namık Tarancı (Gerçek, 1992)

İhsan Uygur (Sabah, 1993)

Mehmet İhsan Karakuş (Silvan, 1993)
Kemal Kılıç (Yeni Ülke, 1993)

Ferhat Tepe (Özgür Gündem, 1993)
Aysel Malkaç (Özgür Gündem, 1993) ‘
Uğur Mumcu (Cumhuriyet, 1993)

Onat Kutlar (Cumhuriyet, 1995)

Metin Göktepe (Evrensel, 1996)

Kutlu Adalı (Yeni Düzen, 1996)
Selahattin Turgay Daloğlu (1996)

Reşat Aydın (Anadolu Ajansı-TRT, 1997)
Ayşe Sağlam (1997)

Abdullah Doğan (Candan FM, 1997)
Ünal Mesutoğlu (TRT, 1997)

Mehmet Topaloğlu (Kurtuluş, 1998)
Ahmet Taner Kışlalı (Cumhuriyet, 1999)

t**
Dikkat ettiniz mi, bilmiyorum, cinayetler 1992 yı
başladı.
O tarihten bu yanaki hükümetleri suçlamıyorum…
Siz çıkanın isimleri… “Sıfır”laıı siz verin…

Benim elim gitmiyor. Giderse, elim boğazlarına ya.

pışır. .
Bıraktım “sıfır” vermeyi, bunları imtihanı: bile 9’

sokmam…

v .şu- r _› we: ı;

TempoI621I 1999 E]

lmdan sonra çoğalmaya, yığılmaya, yoğunlaşmaya